9 Nisan 2016 Cumartesi

EVLATLIK ÇOCUKLUK

               

                  Everin Beni Sendromu!


   Lanetli çocuk Ruhtzu geçtiği yerlere ölüm tozunu serpiştirmeye devam ediyordu, gömdüğüm ikinci annemden sonra sıra üçe gelmişti ki dörtlediğimi tahmin edersiniz. Asil hanımefendi ölüp taşralı bıbıcım kendini toparladıktan sonra aile, eş dost çevresine evlenmek istediğini bildirmişti, adam galiba seks manyağıydı! Bu bahsettiğim süre 3 ay gibi kısa bir zaman dilimi, insan bari göstermelik olsun 1-2 yıl yas tutar ulan ayı! Ben o sırada okula başlamıştım, her zaman okulu çok sevdim, galiba birinci sebep; mutsuz olduğum evden kaçış, ikincisi; bilgi kaynağı (en azından birkaç yıl) olmasıydı. Yeni evime ilk gittiğim zaman dikkatimi çeken şeylerden biri dev vitrin ve boydan boya dizili kitaplardı. Cahil takımından olduğu aşikâr babam (kurt işareti yapanların komünist olduğunu iddia ediyordu!) bu zayıflığını gizlemek için fazlasıyla özen göstermişti. Hiç birini okumamıştı, çünkü okusaydı bana Rus-Osmanlı savaşı için önerdiği kitabın, iki Polonyalı fahişenin hayat hikâyesini konu edindiğini bilirdi. Tamam, yazar savaş sahneleri anlatmıştı ama dört yüz sayfanın üç yüz doksanı kadın-erkek ilişkileri ve seks pozisyonları üzerineydi. Tabi ki de hepsini okudum J
   
   Okul evimize yakın fakat yolları bir çocuk için tehlikeliydi, ilk zamanlar babam kendi eliyle götürüp getirdi. Sonra bundan sıkılmış olmalı ki komşu abi ablalara emanet etti. Sürekli geç kalıyordum! Sabahçı öğlenci sisteminde okuyanlar bilir, geç kalkılıp kahvaltı edilir, o arada varsa çizgi film izlenir (yüzlerce kanalın olmadığı fakir dönemler), şanslı bir çocuksanız öğle yemeği bulur, yer ve okula yollanırdınız. Ben bu sürenin tamamını çizgi film izleyip oyun oynayarak değerlendiriyordum, kapıya okullu, düzgün aile çocukları dayanınca, önlük giyme, çanta toplama, yaka arama kaosum başlıyordu. İki öğün yemek yediğim pek nadirdi, kahvaltıyla okula gidip, verilen harçlıkla kantin denilen, penceresinden sipariş verdiğim ki o hizaya çenem ancak geliyordu, yerden karnımı doyurmaya çalışıyordum. Doyduğum söylenemezdi çünkü aldığım şeyler jelibon, topitop, bonibon, sulugöz sakız, tadelle, tipitip sakız, balık veya çubuk krakerdi. Çok bonkördüm! Parası olmayan arkadaşlarıma da ısmarlıyordum. Harçlıklar ‘bir simit’ parasına indirilip ekonomim bozulunca bıraktım. Sevindirici diğer bir olay da en sevdiğim kız kuzenimle aynı sınıfa denk gelmemizdi. Boy ölçümüz, yaşımız, önlüklerimiz birdi, el ele tutuşup pıtı pıtı teneffüse çıkıyor, kantine gidip alışveriş yapıyor, musluklara ağzımızı dayayarak su içiyor, ip atlıyor, saklambaç ve kovalamaç oynuyorduk. Çok mutluyduk azizim, bir daha öyle eğlenmedim hayat boyu… Öğretmenimiz eli maşalı, otoriter ve çok güzel bir kadındı, 8 yıllık sisteme geçmeden önce 4 yıl o okuttu bizi. Ayrımcılık yapması dışın da ki 4. senemizde bizi bırakmasının sebebi oydu, iyi bir öğretmendi, hem sever hem korkardık. Okuma yazmayı zaten biliyordum, ukalalığımdan dersin ortasında zıplıyor “Be diye okunuyor ama yanında e yok” diyordum. Kadın bıkmıştı benden. Evde anne olmamasının verdiği düzensizlikten dolayı okula saçım dağınık, önlüğüm kirli ya da yakam unutulmuş olarak gidiyordum. Öğretmenim bir gün not yazıp defterimin arasına koydu “annene ver bunu” dedi, yutkundum! “2 annemde öldü” diyemedim… Akşam babam ders çalıştırmak için defteri açınca gördü “okulda ne oldu Ruhtzu” diye sordu “bilmem” dedim. Ertesi gün benimle o da geldi okula, en ön sırada oturuyordum…
Öğretmen- “bu çocuğun hali nedir beyefendi?”
Babam- “Hocanım annesi yeni öldü, ben baş edemiyorum!”
Öğretmen- “Yazık etmeyin çok zeki bir kız, biraz ilgiyle daha da başarılı olur”
  Kadın acıyarak baktı bana (özenli hafızam kaydetti yine, ilerde acı çekmek için yeterli materyalleri topluyordu), babam kendini savunacak birkaç cümle daha kurdu, sonra gitti. Gidiş o gidiş! Bir daha asla adım atmadı okula, hiçbir toplantıya ya da etkinliğime gelmedi, bahanesi de hazırdı “her geldiğimde para istiyorlar!”. Adam hayatını PARA üzerine inşa etmişti, bu yüzden ne kadar kırıldığımı hiç fark etmedi. Bu arada tüm eğitim masraflarım Alman hükümeti tarafından karşılanmıştı. Annem orada çalışırken hastalanıp emekli olduğundan kanun çocuklara böyle bir hak tanıyormuş, yıllar sonra öğrendim. Ücretsiz evlatlıktım…








  Sosyal hayatım renklenmişti o dönem, alt komşunun benimle aynı yaşta olan kızı sokağa çıkınca zile basıp beni de çağırıyor, izin koparırsam iniyor, mahallenin diğer çocuklarıyla akşama kadar kuduruyorduk. Kuzenim sık sık onlarda kalmam için dayısını ikna ediyor, çapkınlık turlarında olan bıbıcım hiç hayır demiyordu, bizde yaşlı ve namazına niyazına pek düşkün babaannemi deliye çeviriyorduk J Anlatmayı unuttum! İsim krizi yaşıyordum. Eve ilk geldiğim zaman asil hanımlar babaanneme ait ismimi beğenmemişler, o yılların popüler adlarından birine karar verip “artık seni böyle çağıracağız” demişlerdi. Zaten buz gibi soğuduğum biyolojik ailemi unutma çabama destek vermişti bu olay, madem yeni aile, yeni ev o zaman yeni isim, yeni kişilikti. Sevmiştim adımı, yalnız gayet üşengeç olan anne babam mahkeme sürecinden sonra çıkarılan yeni kimliğime, bu pek beğendikleri ismi ekletmemişlerdi (yıllar sonra ben yaptım bu işi). Dolayısıyla okulda başka evde başka bir isimle çağrılıyordum, hatta okulun ilk günü “benim adım bu değil” diye ağlamıştım. Al işte, apaçık kişilik bölünmesi vakası! İsviçreli bilim adamları beni incelesin, kobay olmaya adayım! Sağlam temeller üzerine oturmayan karakterim yalan (beyaz) gibi kaygan bir zemini tercih etmişti. Eğitim hayatım boyunca rol yapıp, yalan söyledim, kendi kendime bir oyun icat etmiştim; ‘mutluluk numarası’ diyordum adına. Zor değildi, sadece -mış gibi yapıyorsunuz o kadar! Evin içinde ölesiye mutsuz, yalnız ve öfkeli, okulda ise canlı, enerjik, oyunbaz, havalı bir kızdım. Bir gün herkes gerçeği anlayacak (öğrenen arkadaşlarım oldu) diye bunalıma giriyordum. Geçen yıl psikoloğa sordum bu durumu “hangisi gerçek benim” diye… “hepsi sensin, tüm bunlar seni bugüne, buraya çıkardı ve hassas, bilinçli, vicdanlı, ukala J iyi bir insan olmanı sağladı, kötülüğü ve iyiliği bir arada gördün, seçim şansın olduğunu anladın” dedi. Muhteşem bir insandır kendisi, çok mutluyum ona hikâyemi anlattığım için, öperim J

  “Nereden başlanırdı anlatmaya ve halen yaşanmakta olan bir hikâye nasıl sona ererdi?”

   Sınıfta başarılı öğrenciler arasındaydım, kuzenimle en ön sırada oturyor, bidi bidi her şeyi konuşuyorduk.

Kuzen- Sen nasıl dünyaya geldiğini biliyor musun?
Ben- Evet, geçen gün sordum babama ‘çingeneden almışlar’ beni (kız şok!). Sen nasıl gelmişsin?
Kuzen- Beni leylek diye bir kuş getirmiş (ben şok!)
Ben- aaa uçarak mı gelmişsin? (o sırada çok mantıklı geliyordu bu soru)
Kuzen- Evet J Ayşegül’le ip atlayalım mı teneffüste?   
Ben- Iıh istemiyorum mızıkçı o J J Zeynep’le oynayalım.
Kuzen- Zeynep’in kurdelesi çok güzel, Merve’nin külodu mavi, Tolga saçımı çekti, Oğuz silgimi çaldı diye diye gidiyordu bu olaylar…

  Evde ki durumlar aynıydı fakat bir hareketlenme söz konusuydu. Hala ve amcalarım daha sık gelip gidiyor, iyi sayılabilecek bir mirasa konan kardeşlerini ve tatlı, minik yeğenlerini yalnız bırakmıyor, ailece yemekler yeniyor, yatıya kalınıyor, VHS kasetlerden Şaban filmleri izleniyordu. Yarım bıraktığım din eğitimim devam etmekteydi, halalarım arada namaz kıldırıp dua ezberletiyorlardı. Orta yaşını çoktan geçmiş zengin dul bıbıcıma uygun eş adayları aranmaktaydı. Küçük halam (lakabı Hacıana’ydı) bu konuyu iş edinmiş, titizlikle belirtilen kriterlerde ki kadınları araştırıp, kendine yakın bulduğu aday adaylarını överek abiciğine fikir veriyordu.
Halam- Hanife’nin kızı var bizim kasabadan, hiç evlenmemiş, eline erkek eli! değmedi diyorlar (nasıl ürüyor lan bunlar), beş vakit namaz niyaz, bir yemek yapıyormuş var ya herkes övüp duruyor.
Babam- O olmaz, kardeş gibi büyüdük nasıl karım diyeyim (hâlbuki kadın ölesiye çirkin, evde kalmış)
Halam- hımm Muhterem teyzenin yeğeni var, şimdi sen onu da istemezsin! Oysa güzel hanım bir kız.
Babam- Yaşı küçük onunda (karı 180 kilo)
Halam- Ohooo armutun sapı üzümün çöpü derken kimseyi bulamayacağız, Derya’nın kız kardeşi var.
Babam- Arap uşağı onlar, istemem (onu tanımıyorum).
Halam- Abi bu çocuğun bakıma, senin çekip çevrilmeye ihtiyacın var. Biraz makul ol, Suna abla biri var diyordu, bizim oralıymış hiç evlenmemiş. Yarın ablamla gidip bakacağız.
Babam- Tamam bakın, bana da haber verin. Olursa bir çaya yemeğe çıkalım, bende tanıyım kimmiş neymiş!

   Ders çalışıyordum bunlar konuşulurken ve son huzurlu günlerimi yaşadığımın farkında değildim. Hala geceleri altımı ıslatıyor, din ve ölüler üzerine çocuklar arasında yaptığımız konuşmalar yüzünden korkunç kâbuslar görüyordum. Babam gece çığlıklarıma koşup geliyor, ıslak yatağımı görünce ne yapacağını şaşırıyordu. Konforlu bir evdi aslında, çamaşır makinesi, bol miktarda havlu, çarşaf, yatak takımı vardı (annemin çeyizleri duruyordu hala). Ama yapmasını ikimizde bilmiyorduk, markasına hep hayret ettiğim (Bosch) çamaşır makinesini asla çalıştıramamıştık. Halalarım temizlik yapmaktan bıktı bir süre sonra, babaannem arada geldi ama sonsuzluk derecesinde pasaklı bir kadındı, işler daha da karıştı. Cimri bıbıcım eski eşinden kalan malları kimseye koklatmıyor, zaten çalışmayıp hazırdan yiyor, satıp savıyordu dükkânları, arsaları. Bir gün iş bilir halam (ağzına yüzüne deri pantolonlular işesin) müjdeyi verdi; tam istenilen kriterlerde bir kız! bulunmuştu, tek kusuru biraz kilolu (120 civarı) olmasıydı, boyu posu (150 cm) yerli yerindeydi. Anam bunların güzellik algısı bozukmuş o sırada. Gidip görmüşler, yüzü güzel, hamarat, dikiş bilen, erkeksizlik canına tak etmiş J, bir köylüydü. ‘Everin beni’ diye neredeyse cami hoparlöründen yayın yapacak kıvamda ki babam, ne hikmetse beğenmişti kadını. Mankenle falan evlenir sanıyordum, o derece önem veriyordu fiziğe güzelliğe. İki düz duvara tırmanma sendromlu insan Allah’ın izniyle tanışıp sevişmişlerdi, tasası Ruhtzu’na düşmemeliydi ama düştü. Onların evliliği beni çocukluğumdan aldı ve buraya getirdi, size bunları yazmamın sebebiydi. Bugün oturup yazdığım her şeyin, benim ben olma hikâyemin miladıdır o nikâh. Yine geleceğim…





 
 
        
 
 

 



  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder