Üreme Birlikleri
Koop. A.Ş Gururla Sunar
Neden ürüyoruz?
Kime karşı bu savaş? Üredik ve milyarları buldu nüfusumuz, hiç sordunuz mu niye?
İçgüdü, toplumsal hareket, bereket, zevk, hiç öylesine yeşillik olsun diye mi?
Cevabınız ne bilmiyorum, ben fazlaca üremeye karşıyım arkadaş! Ben derim ki az
olsun öz olsun, doğurup doğurup sokağa atacağınıza doğurmayın, sevmeyecekseniz,
sahiplenmeyeceksiniz niye çocuk sahibi oluyorsunuz deli misiniz? Atamız homo erectus
(homo erectus demişken aşağıda ki resim de aynı dayım haa! Sizi bilmem ama
benim sülale bununla akraba) dinozor ırkıyla bir üreme savaşı başlatıp dünyaya hakim olmuş olabilir, bunu gen kodlarımıza işleyip bugüne taşımızdır belki ama yeter
bırakın bence! Kabak tadı verdi sizin çoğalma hırsınız, dünyanın dört bir yanına
saçtığınız sperm ve yumurtalarınız yeterince bela açtı başımıza. Yok, illa yapacaksanız
biraz özenin, bir Einstein, bir Galileo, bir Mustafa Kemal yapmaya çalışın da
bari gözümüz gönlümüz dahi, lider, kumandan, kâşif görsün, insanlığı bir değil
on adım ileri taşısın. Tayyip gibi adamları doğurup musallat ediyorsunuz
milyonların başına!
Yeterince
beyninizi yıkadıysam asıl konuma geçeyim sevgili okuyucu! İlk kardeşimin ölü
doğmasından sonra doktorlar obez anneme 1 yıl boyunca doğum yapmasını
yasaklamışlardı. Kordon dolanması sonucu ölen minik bebecik, babasının
kollarında ebedi istirahatgâhına kadar taşınmış ve defnedilmişti, ben sonradan
öğrendim tüm bunları. O sırada biliyorsunuz azap çekmekle meşguldüm, kardeşim
anne karnında kendini intihar ettikten sonra bunun yükünü benim omuzlarıma
bırakarak cennetine geri dönmüştü. Yıllardır çocuk (öz) hasretiyle yanıp
tutuşan bıbıcım benden nefret ediyordu, hatta karı-koca, her şeyden herkesten
nefret ediyorlardı. Sanırım bu ölüm onları ucu görünmez karanlık bir tünele
sokmuştu, evde matem havası o kadar uzun sürdü ki, kanserden ölen ilk eşin
kemikleri çürümeden evlenen çift, sanki orada tutulmayan yası buraya
aktardılar. Abarttıkça abarttılar bu olayı, bebeğin ölümüne benim neden
olduğumdan tutunda, halalarımın büyü yaptırdığına, x anneannemin bu evliliği
kıskandığına kadar türlü dedikodular döndü durdu. Gittikçe çirkefleşen çift
kendi aileleriyle de arayı bozdu, annem kardeşine, yengesine, x anneanneme
savaş açıp sadece kendisinin haklı olduğunu savundu. Babam halalarıma,
amcalarıma, annesine, halen görüştüğü eski eşinin ailesine karşı doğu cephesini
kumanda ediyordu, ben bu savaşta tahrip edilmiş birlikler komutanıydım!
Yaralıydım ama bırakmıyordum komuta etmeyi, hem anne-babamı hem de evimizi
korumaya çalışıyordum düşman birliklerinden. Aha şuradan bir dedikodu geldi
gümmm atıyordum el bombasını! Bu taraftan top sesleri yaklaşıyordu hemen siper
alıp anti-dedikodu gazı salıyordum! En son dipçikle halamın kafasına vurdum,
çünkü en büyük dedikodu komutanı oydu, karşı güçlerin Winston Churchill’i büyük
halam yenilgiye uğrayınca, birliklerini toplayıp geri çekildi. Sayemde savaş
sona ermişti, beyaz bayraklar asıldı balkonlara J Yok
lan şaka tabi, herkes birbiriyle küstü bir de yemin ettiler birbirlerinin
cenazesi dâhil hiçbir şeyine gitmeyeceklerine dair. Tanık olduğum kadarıyla
gitmediler hakikaten. Olan yine bana oldu, hem çok sevdiğim x anneannemi
kaybettim hem de kuzenimi! Kindar annem “bir daha okulda x’le oynamayacaksın,
gelip uzaktan izleyeceğim eğer görürsem oradan alır başka okula veririm seni!”
Senin ananı sikeyim orospu! Ben sanki götüme kamera takılmış gibi ertesi gün
kuzenime gidip “sizinkilerle kavga etti ya bunlar, benim seninle oynamamı
yasakladılar ühüüü” dedim. Zavallı kız “olsun biz yine oynarız” dedi ama ben
sözümün eriydim, oynamam dersem oynamazdım, mal çocuk J
Öğretmene de söyledim sıramı değiştirmek istiyorum diye L
Zaten kadın bıkmıştı bıdı bıdı konuşmamızdan, sonra evde olduğu gibi okulda da
yalnız kaldım. Teneffüse bile çıkmıyordum çoğu zaman, öyle sıramda oturup ebleh ebleh resim
çiziyor, kitap okuyordum. Şapşal bir çocuğun yanına vermişti öğretmenim beni,
tembeldi üstelik, yardımcı olmam rica edildi. Bir gözü diğerine göre tuhaftı, o
zamanlar yoktu ama şimdinin asi rockçısı Hayko Cepkin’e benziyordu. Bir gün
bana sinirlenip kafama metal kalemlikle vurunca intikam almakta gecikmedim;
onun resmini çizdim! Ama karikatür gibi komik bir şekilde, ertesi gün annesi
okula geldi, ortalığı yıktı! Benim aile terbiyemden tutunda öğretmenin
basiretsizliğine kadar bir dizi yaygara koparıp, ocakta bıraktığı yemeğinin
başına geri döndü. Bütün sınıf yahni kokusunu almıştık, öğretmenim manyak velisinden
yediği fırçanın etkisiyle bana bir darbe indirdi, en arka sıraya (malum
tembeller sırası) attı pek zeki bulduğu öğrencisini. Ondan sonra çok geri
kaldım derslerden, sebep üst üste yaşadığım olaylar mı yoksa içime kapanmam mı
bilemiyorum ama zavallı psikolojim fena zedelenmişti bu dönem…kuzenimi uzaktan izleyip kıskançlık krizlerine giriyordum, kıza günaydın bile demediğim için başka grupla arkadaş olmuş, iki kanka edinmiş gülüp eğleniyordu şirifsiz...
Yeni bir gebelik
haberi duymuştum hem de karşı komşumuzdan! Aradan geçen bir buçuk yıla yakın
zamanda her şey aynı boklukla devam etti, sadece anne-babam yeni dostlar
edinmişti çıkarlarına göre! Bazısı çiftçi, bazısı tekstilci, tuhafiyeci, doncu,
sütçü, tüpçü, kumaşçı, tekel bayii, alüminyum doğramacı (onu bende anlamadım),
avukat, metafizikçi ve bir adette kamyoncu tanıdığımız olmuştu. Her tipten,
statüden insan evimize girip çıkıyordu, menfaatlerine göre insanlarla
samimiyetin dozunu arttırıp azaltıyorlardı, mesela; mevsimine göre çiftçi
ailelerle görüşülüyordu, çilek, elma, portakal, muz ticareti yapan adamla
karısı bir de perdelere sümüğünü silen oğullarıyla yaz ve sonbaharda samimiyet
artıyordu. Sebze ticareti yapanlarla kışın özellikle bağ güçleniyordu ki sera
malı yememek için, hem de pazarda pahalıydı. Külot bakımından yine sıkıntı
yaşıyordum çünkü üstüme başıma bakılmıyordu ve her gün büyüyordum lanet olası! Don
atlet ticareti yapan kadınla ilişkiler belirli düzeyde tutuluyordu, ben yine
donsuzdum tabi. Tekstilci adam biraz problemliydi ama olsun, eşofman, tişört,
şort ihtiyacı fabrika çıkış fiyatına alınıyordu. Avukat mevzusunu ayrı olarak
yazacağım, sütçü aile hem taze süt veriyor hem de kazıklamıyordu ama çok pis
kokuyorlardı (insanları koklamak gibi bir alışkanlığım yok, anne-babamın yorumları
bunlar). Metafizikçi amcayla deli kardeşi sürekli olarak evde büyü olduğuna
inanıp, her yeri çamaşır suyuyla siliyordu J
evlerinde ki koltuklar alacalı, perdeler yıkanmaktan haşat olmuş, elleri
parçalanmış vaziyetteydi. Bizim evde büyü olduğuna inandırdı mal ailemi,
yuvarlak bir masanın etrafına toplanıp hiç kıpırdamadan dua okuduk yere bakarak,
tabi ben gülme krizine girip üstüne de dayak yedim… Kurşunda döktüler sonra ama
büyü o kadar kalıcıydı ki bilimsel tüm yöntemler denendiği halde (klorlu su, tuz ruhu, kurşun bunlar bize bilimin kazandırdığı şeyler değil mi kardeşim!)
başarılı bir sonuç alınamamıştı. Kalıcı makyajın kökeni falan hep buraya dayanıyor bence... En sonunda benim büyülü olduğuma karar verip çamaşır
suyuyla yıkadılar ebesini siktiklerim, az kalsın kör oluyordum! Her yerim cayır
cayır yandı, hassas tenim kıpkırmızı oldu.
Okulda öğretmenim sorduğunda korkudan bir şey diyemedim, leş gibi
çamaşır suyu kokuyordum. Tüm bunlar olurken hamilelik ortaya çıktı işte, bana
söylememelerinin nedeni belli, nazardan korumak istiyorlardı veled-i zinayı. Bende
hiç takmadım zaten, ilk bebekte olduğu gibi hazırlık falan yapmadım, duyduğum
zaman tepkisiz kaldım hatta. Aile çevresinden kimse gelip gitmiyordu, herkesle
bağlar kopmuştu, bu sefer ki doğum başarıya ulaşacaktı derken sezaryene karar
verdi doktorlar. Ameliyatın olacağı gün beni de götürdüler hastaneye,
anneannem, ben, babam koridorda beklerken doğdu minik yavru, çok güzel bir
bebekti J Odaya getirdikleri zaman hayran kalmıştım
doğrusu, anne ehhh işte baba da fena değil bir yakışıklılığa sahipken bebeğin
ultra güzel olması şaşırtıcı bir durumdu. Eve döndüğümüz zaman pek dolanmadım
bebeğin etrafında, ilk doğumda ki korkudan olsa gerek, bir şey falan olursa
benden olduğu düşünülmesin diye tabi.
Bebeğin olması
bana ekstra bir sorumluluk yükledi, besleme Ruhtzu! mal Ruhtzu! Senin neyine
mutluluk, aile hayatı falan, bok ye sen! Sıkıcı ev ve okul hayatıma eklenen
yeni işlerden biri beşik sallamaktı, çocuk ıhh dese “koş Ruhtzu” modundaydık. Ağlamasına
asla izin verilmiyordu, erkek olması doğuştan bir statü kazandırmıştı
bebişimize. Yalnız, ben ağlamasın uyusun diye çabaladıkça tersi işliyordu
(Murphy ananı sikiyim piç) yine! İlk yıl çocuğu susturma, ikinci yıl konuşturma
çabaları ile geçti. Büyüdükçe güzelliği arttı yavrucağın, stüdyo fotoğrafını
görenler kartpostal sanıyordu. İnsanlara göre tek kusuru geç yürüyor geç
konuşuyor, bana göreyse gittikçe zalimleşiyor olmasıydı. Ben sevgi, ilgi
gösterdikçe şehzade hazretleri saçlarımı yolmaya, tırmalamaya, tokatlamaya
başladı, annesinden ne görürse aynısını yapıyordu. Yıllarca kucağımda taşıdığım
bebek büyüyüp benden nefret eden hırçın bir çocuğa dönüşüyordu. Annesi “git vur
şu kıza” diyordu, O da gelip vuruyor zevk kahkahaları atıyorlardı karşılıklı. Zamanla
küfür etmeyi de öğretti, gayet kaba bir ağızla yaşından beklenmeyecek küfürler
savuruyordu, ne demek olduğunu bile bilmeden. Çok sinirlendiğim zaman birkaç kez
ben vurdum, etini çimdirdim ama pişman oldum… O bu davranışları yapıyor diye
benim de aynı şekilde karşılık vermem yanlış geliyordu, herkes tabiatı neyse
öyle olmalıydı bence. Çocuk büyüdükçe benden daha çok nefret etti, ben onu daha
çok severken. Zehirli bir bilince sahip annesi, erken yaşta yıkamıştı güzelim
çocuğun beynini, şimdi merak ediyorum acaba ne haldedir diye… İkinci bir doğum
daha oldu ilerleyen yıllarda, onu da son dakika öğrenmiştim. Yine erkekti ve bu
sefer ki benim veledimdi J Gerçek bir prens
dünyaya gelmişti, hayatımda hiçbir çocuğu böyle sevmedim. Annesi ilk çocuğa çok
düşkündü, öbürüne o kadar ilgi göstermemişti. İkinci velet süt emmeyi bırakır
bırakmaz, okulda olduğum zamanlar harici, hep benimleydi. Yanımda yatıyor, anne
diye hitap ediyor, bensiz yemek yemiyor, uyumuyor, ne bulursa bana getiriyordu.
Yarısı ısırılmış çikolata, saksıdan koparılmış bir çiçek, ben ders çalışırken
aşırıp sakladığı silgim, minik bir öpücük, üzgünken tatlı bir sarılış, ağlarken
gözyaşlarımı silmesi, oyun oynarken naif davranışları, elimi hiç bırakmayışı…
O benim çocuğum olsa bu kadar olurdu, öyle içime işledi ki sevgisi, aramızda şu
an asırlar olmasına rağmen tatlı tatlı seviyorum onu uzaktan, hep dua ediyorum.
Zamanla bu durumu fark eden anne engel olmaya çalıştı ama başarılı olamadı,
küçüğe yakınlaştıkça büyük evladını kaybetme riski doğdu, benden koparmaya
çalıştı miniğimi ama öyle sıkı sarılmıştı ki hiçbir güç ayıramazdı güzelimi.
Sevgimden mahrum kalan büyük velet (kaybedilen her şeye karşı verilen meşhur
çaba) beni tekrar kazanmak için şirinlikler yapmaya başladı, oralı olmayınca
kıskançlık hastalığına tutuldu. Ben sonsuz sevgimi verecek yeri çoktan
bulmuştum, yer gök yıkılsa tek sarılacağım küçük meleğimdi, ayrılmak zorunda
kaldığımızda günlerce ağladım onun için, evin yakınlarına gidip izledim defalarca, özlemimi dindirdim. Heyhat, şair! kalk gidelim buradan, yerimiz
yurdumuz başka mekândadır, zaman bendir, ben zaman, hiçlik bendir, ben hiçlik…
Şimdi biliyorum
ki oğlum büyüdü, gurur duyduğum bir delikanlı oldu, onunla ilk tanıştığımda
ergen bile değildim. Belki görse hatırlamaz, ben arada açıp bakıyorum
fotoğraflarına, başarılı, sevilen, sayılan bir genç. Doğaya düşkün, müzik
seviyor, insan, çocuk, kadın, erkek, hayvan hakları savunucusu, kitap okuyor, arada
şiir yazıyor, tüm ırklarla kardeş, inançlara saygılı, evreni anlamaya
çalışıyor, bilim meraklısı… Sevgili kadın okuyucularım ve tabi bende! Lütfen çocuklarımıza
saygı sevgi kavramlarını iyi öğretelim, etrafımızda ki her şeyi sevmeye
çalışsınlar, sadece kendi kanımızdan, ırkımızdan olanları değil. Katiller,
tecavüzcüler, tacizciler, kindarlar, savaşçı ruhlu çocuklar yetiştirmeyelim,
pipilerini her şeyden üstün tutmayalım. Birey olduklarını diğer bireylerin
haklarına saygılı olmaları gerektiğini hep hatırlatalım. Herkes evladının
başarılı olmasını ister, bunun temeli tam olarak yukarıda bahsettiğim yaşlara
dayanıyor, 0-3 yaş arası bebelerimize sevgi ve güven duygusunu fazlasıyla
hissettirelim, sonra güzel ahlakı, saygıyı, mesleği, dini, bilimi her şeyi
öğretmemiz kolaylaşacaktır. Gerisi Tanrı’ya kalmış… Ben çocukların cezalandırılması taraftarı değilim, siz sevginizi tam verirseniz, iyi eğitirseniz olması gereken olur zaten. Zalim de olacaksa alim de olacaksa sonuç değişmez ya da bilmiyorum değişedebilir. En azından iyi bir insan olmasını garantilersiniz, başarısız olsa da sevin, öpün, koklayın, şans verin...oldu, bye :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder