16 Nisan 2016 Cumartesi

EVLATLIK ÇOCUKLUK



                    Ölü Doğumun İntikamı (kardeş katli)

           

     Her doğum gibi her ölüm de kanlı, ben aslında güneşin doğuşunu ve batışını, insanoğlunun dünyaya gelişiyle eş tutuyorum. Dikkat ederseniz gökyüzü kıpkırmızı oluyor ve gayet sancılı geçiyor o süreç… Canlı izlediğim pornoların bir sonucu olmalıydı, şapşik yeryüzünde sebepler, sonuçlar ve daha bilmediğim değişik kurallar vardı. Örnek Murphy! Adam bildiğin cenabet uğursuzun önde gideniymiş, neymiş efendim olasılıkmış istenmeyen sonuçmuşta zart zurt! Önce yüce din İslam’ın gusül abdestini öğren pezevenk! Bak bende bilmiyordum başıma neler geldi J


     Kışların ılıman ve yağışlı, yazların apış aranızı pişik edecek kadar sıcak ve kurak geçtiği Akdeniz şehrinde güya mutlu bir yaşam sürüyordum ki annemin hamile olduğunu öğrendim. Şimdi bunda ne var ki diyeceksiniz… Bir şey yok tabi, önceleri bende havalara uçtum, yalnızlıktan çok sıkılmıştım ve bir kardeşimin olması o sırada dünyada ki yegâne arzularımdan biriydi. Benim de ağzıma sıçalar! Sanki başka dilek hakkım yokmuş gibi gidip en bok dileği dilemiştim. Kadın bildiğin delirdi! Bir havalar bir kaprisler aman Tanrım… Daha önce ermiş sabrında olan karı gitti yerine cadaloz biri geldi, sanki peygamber hırkasını çıkardı da aşağılık bir insan şekline büründü. Başka örneklerle de tarif ederdim de valla ben yoruldum, annem acayip bir değişim geçirmişti. Bir kere ben artık 2. sınıf öğrencisiydim, büyümüştüm, sabahları kendiliğimden kalkıp, kahvaltımı yapıp, okula gitmem bekleniyordu, çünkü karı-koca hamilelerdi! Kendi banyomu yapıp, ev işlerine yardım etmeliydim üstelik altıma işemelerime bir son vermeliydim, eee karı-koca hamilelerdi, benimle ilgilenecek halleri yoktu. Öküz gibi sabahtan akşama kadar yatıyor, yemek yiyor, bir daha yatıyorlardı, hamilelerdi dememe gerek yok herhalde. Haa birde sevişiyorlardı, yani ben adını bilmiyordum o zamanlarda, daha önce izlediğim olaylar belirli bir düzende devam ediyordu. Sonra bir gün, zaten obezite sınırında olan annem göbek bölgesinden şişmeye başladı, arada karnına kulağımı dayayıp müstakbel kardeşimin sesini duymaya çalışıyordum, nasıl bir çocuktu acaba? Gözleri ne renkti, saçları nasıldı, bana benzeyecek miydi (malum ben anne-babama hiç benzemiyordum, karşılaştığım mal beyinli büyükler “sen annene de babana da çekmemişsin, kime benziyorsun” diye sorup dikkatle yüzümü inceleyerek duygu taraması yapıyor, asıl kimliğimi hatırlatıyordu! Amına koduğumun meraklıları), adı ne olacaktı, bana abla mı diyecekti? Hayaller kurmaya başlamıştım çoktan kardeşimle ilgili. Bir kere okula beraber gidip gelecektik, çünkü yollar tehlikeliydi, evde en güzel oda onunkisi olacaktı, ben ona ip atlamayı, yedi kuleyi, saklambacı, beş taşı öğretecektim. Sayısı gittikçe azalan oyuncaklarımı benim eski, kardeşimin yeni odasına taşımıştım bile, gümüş saçları yolunmuş bebeğim onundu artık. Yalnızlıktan kurtuluyordum, yaşasındı! Ama olaylar bu halde seyretmedi, Murphy devreye girdi amın feryadı! Kardeşim ölü doğdu, ölü doğmak demek ölüp de doğmak mı yoksa doğup, dünyayı azıcık görüp de ölmek mi bilmiyordum o sıralar. Olayı biraz daha başa saralım; annem hamile, babam hamile yancısıydı, hayatım gittikçe sıkıcı bir hal almaya başlamıştı, kendi işimi kendim yapıyor, zor derslerin altından kalkmaya çalışıyordum. Kuzenlerimle mücadele halindeydik, acayip uyuz tipler vardı aralarında, üstelik kızamık çıkarmıştı bir kaçı! Bir gün halamlarda toplanmış, iki kız iki erkek çocuk evi savaş alanına çevirmiştik, Problem Child modası vardı o dönem J en son kız kuzenimi yatağın altına sokup, sopalarla dürtüklerken büyüklerin sabrı taştı, halam sırayla hepimizi haşladı, hamile ve kaprisli üvey annem korkunç yeşil gözlerini bana dikip, mimikleriyle yedi beni. İlk müthiş korku duyduğum andır! Bazen aklıma gelir, kadın bildiğin gözüyle işkence etti bana ya, enerji denilen olay gerçek valla bak! Dayak yiyen çocuklar benden şanslıydı, iki ağladı sonra oyun oynamaya devam etti piçler. Ben bildiğin felç geçirdim, eve dönene kadar bir köşeye sinip hiç kımıldamadan oturdum, voodoo büyüsü yaptı sanki kaltak! Eve geldiğimizde bir fırça da babamdan geldi, malum hamile kocasıydı ‘yaramazlıklarımın bir son bulması gerektiğini, bazı geçmiş cezaların yeniden verileceğini’ hatırlattı bağıra çağıra. Ulan gören de diyecek ki en sevdikleri yakınlarını öldürdüm, altı üstü saklambaç oynayıp, bir iki eşya kırdık. Birbirimize kısa süreli işkenceler yaptık; saç çekmek, çelme, cimcik, su fışkırtma gibi. Bunlar karı-koca bir abarttı ki sormayın… Sonra giderek her yaptığım gözlerine batmaya başladı, sabah okula giderken arkadaşlarımın gelip zile basması bile olay oldu, neymiş uykularından oluyorlarmış, bir iki kere okuldan geç geldim sebepte; ya kırtasiyeye uğrayıp abidik gubidik şeyler almam ya da yolda gelirken kuzenimle oyuna dalıyor olmamızdı. Vay sen nerelerdesin neden geç geliyorsun eve! Saat tutuyorlardı, 12.00 de çıkış zili çalıyorsa 12.10 da evde olacaktım, 1 dakika gecikirsem ceza alacaktım. Sabah okula giden, henüz 7 yaşında ki bir çocuğa kahvaltı yaptırmaktan, dersleriyle ilgilenmekten aciz iki yetişkin beni kendilerine stres topu yapmıştı. Üstelik bulaşık yıkamak, evi süpürüp silmek, banyoyu ciflemek, toz almak, çöpleri atmak gibi hafif sorumluluklarım! vardı. Her kız çocuğu bu gibi işleri öğrenip, annesine yardım etmeliydi, yoksa koca bulamazdı. Bir de bu bela açılmıştı başıma, sürekli olarak bilmem kimin oğluna beni vereceklerini, x kuzenimle nişanlayacaklarını söyleyip sinirimi bozuyorlardı. Gerzek anne-baba modeliydi tam, derslerimin zorluğuna rağmen çok başarılıydım, meslek için yönlendireceklerine ev işi, düğün-nişan, dantel örmekten bahsediyorlardı. Müthiş zekâmın nasıl telef edildiğini ayrıca yazacağım, temeli buraya dayanmaktadır. Yoksa karşınızda dişi bir İlber Ortaylı hatta Einstein J bile olabilirdi (kuantum mekaniği ve teorik fizik ilgi alanım). Neyse, attığım her adıma kızan ebeveynlerim olmuştu, hayırlı olsundu. Her gün okuldan koşarak eve geliyor, temizlik yapıyor, ders çalışıp uyuyordum. Nefes alsam bile ceza alır hale geldiğim için sosyal yaşamım sekteye uğruyordu, mahalle arkadaşlarım sokağa inmem, kuzenim onlarda kalmam için yalvar yakar izin istiyordu, göndermiyorlardı “işi var Ruhtzu’nun” diyordu kaltak karı. Anlamadıkları şey ‘ben bir çocuktum’ oyun oynamalı, televizyon seyretmeli, dans etmeli, öğrenmeli, kitap okuyup arkadaş edinmeliydim. Gelişimim için bunlar şarttı, yeni bir şeyler katmaları lazımdı bana. Bir bitkiyi saksıya ekip, su ve güneş ışığı vermeden çiçek açmasını bekleyemezdiniz, kendi haline bıraktığınız organizma ya ölür ya da olduğu yerde kalır, yaşam karakteri olmaz. Ben gittikçe içime kapanıp, yaşıma göre olmasalar da kitap okumaya vermiştim kendimi, diğer seçeneğim ders çalışmaktı, ikisini de iyi yapıyordum (bugün teşekkür ediyorum, bu özellikleri bana dolaylı da olsa kazandırdıkları için J ). Hamilelik konusuna geri dönecek olursak, doğumun yaklaştığını söyleyip anneannemi çağırmışlardı yakınlarımızda ki kasabadan, dindar bir kadındı. Beraber namaz kılıyorduk, ben okul yüzünden çoğu vakti kaçırsam da hafta sonu tam mesaiyle devam ediyordum. Bir gün sabah okul için uyandığım da evde kimsenin olmadığını fark ettim, hazırlanıp okula gitmek yerine geçmişte kalan bazı özgürlüklerimi yâd ettim. Kahvaltımı yapıp bütün sabah çizgi film izledim J öğlen olduğunda buzdolabında ki yemeklerden ısıtmadan yedim çünkü tüplü ocaktan acayip korkuyordum. Hala gelen giden yoktu, merak içinde beklerken birkaç yeri karıştırdım. Evde bazı bölümler bana yasaklanmıştı sebebini bilmiyordum, örneğin; yatak odası. Başucu komodinlerinde bulduğum balon gibi ama şeffaf beyaz, kaygan şeyi (kondom) şişirip onunla oynadım bir süre, annemin kıyafetlerini giydim, 25 beden büyüktüler bana! Babamın çekmecesinde ki renkli hapları bonibon sanıp yuttum azıcık! Üstünde anlamadığım bir marka yazıyordu. O sırada anahtarla kapı açıldı, babacım acayip bir şekil almış yüzüyle içeri girdi, koşarak kucağına atladım beni itti “neden okula gitmedin” diye de azarladı. “uyuyakalmışım” diye yalan uydurdum, annemi sordum “kardeşin öldü, annen hastanede yatıyor, halan gelecek yanına sakın yaramazlık yapma” deyip birkaç parça eşya alıp gitti. Ben ilk cümlede takılı kaldım oysa dünyam başıma yıkılmıştı! Ya ne uğursuz bir çocuktum ben, neyi sevsem kime bağlansam ölüyordu, ne ölümmüş amk! Kardeşim nasıl ölürdü, daha yaşamamıştı ki! Bu sefer de annem ölürse ne yaparım diye bir endişe kapladı içimi, koridora çöktüm, halam gelip de kapıyı çalana kadar hiç kalkmadım yerimden. Çok ağladım L halam yemek yedirip erkenden yatırdı beni. Kendisi de sürekli dua etti, ne için bilmiyorum. Ertesi sabah tatildi, erkenden kalkıp beklemeye başladım. Annemi çok merak etmiştim, ya bir şey olduysa diye içim içimi yiyordu. Bütün hayallerim yıkılmıştı, kardeşim için yaptığım hazırlıklar öylece duruyordu, balonlar, bebekler, beşiğin kenarına dizdiğim renkli yastıklar, oyuncaklar… Yine yalnızdım galiba, herkes kardeşi, anne-babasıyla mutluluk içinde yaşarken benim başıma sürekli garip olaylar geliyordu. Asıl ölmesi gereken bendim, henüz hiç nefes almamış bebecik değil! O sırada kapı çaldı, halam ve ben telaş içinde koştuk, annemin kolunda anneannem, babam arkada elinde çantalarla içeri girdiler. Gözyaşları içinde sarıldım tek tek, annem suratını çevirip, direk yatak odasına geçti, halamla anneannem sezaryenli hasta için çorba yapma yarışına girdiler. Bende mal gibi dolandım ortalıkta, babam kaybolmuştu, nereye gittiğini bilmiyordum. Kaybolmak iyi bir fikirdi! Odama gidip yorganı başıma kadar çektim, çok mutsuzdum… Akşama kadar evde ölüm sessizliği hâkimdi, arada ağlama sesleri duyuyordum, halam bana bir kere baktı kapıdan sonra gitti. Evden tamamen gitti ama, anneannem yemek yapma savaşının galibiydi, öz kızına kimse ondan iyi bakamazdı. Akşam babam eve döndüğünde bir hareketlenme oldu, bende dünyaya döndüm, tuvalete girip tam çıkarken anneannemin abdest almak için hamle yaptığını göz ucuyla gördüm ama ışığın düğmesine çoktan basmış bulundum, kıyamet koptu! Sizin komple sülalenizi sikiyim orospular, ödüm koptu lan! Kadın bana öyle bir bağırdı ki sanırsın bıçağı ciğerine sapladım çevire çevire canını alıyorum, yanlışlıkla oldu desem de inanmadı. Annem odadan babam salondan çıktı geldi bağırtıya, ne olduğunu dahi sormadan yapıştırdı tokadı! Nereliydim onu dahi şaşırdım, bir süre çift gördüm. Annem bağıra çağıra odama gönderdi, zaten çoktan ağlamaya başlamıştım ‘yarına kadar, tuvalet dâhil dışarı çıkmayacaksın’ buyurdu yüce sultanımız. Altıma işeyen bir çocuktum bugün de işesem biz zararı yoktu sonuçta…









    Sonra ki günler azap içinde geçti, okuldan geldiğim anda aynı evi paylaşmak zorunda olduğum yetişkinler çeşitli işkencelerle ağzıma sıçtı. Babam kesinlikle beni görmek istemiyordu, annem sürekli ağlıyor, bağırıp çağırıyor, yakaladığı yerde saçımı kulağımı çekip hırpalıyordu. Anneannem zaten manyaktı, tüm evin işini bana devretti, soğan soyup patates doğramaya, cam silmeye kadar her şeyi yaptırıyordu. Gelen giden eksik olmuyordu, cenaze evi ritüeli başa sarmıştı. Annemin tüm akrabaları akın etti köyden, daha önce görmediğim çeşit çeşit insan geliyor, yiyor içiyor, yatıya kalıyordu. Aşevine döndü ortalık. Kesinlikle ders çalışamıyordum, okuldan gelip direk iş yapıyor, akşama kadar yorgunluktan canım çıkıyor sonra uyuyakalıyordum. Öğretmenim birkaç kez azarladı, kuzenim iyilik yapıp kardeşim öldüğü için moralimin bozuk olduğunu, ders çalışamadığımı söyledi, canım yaa. Bu gelen akrabalardan en fitne fesadı bir gün bana bir soru sordu “kardeşinin ölmesine üzüldün mü”  “kardeşime oda hazırlamıştım, balon şişirdim ne güzel oyun oynayacaktık” diye çocuk saflığıyla cevap vermiştim. Çünkü henüz yetişkin ikiyüzlülüğünün, yalancılığının bilincinde değildim. Bu verdiğim cevap anneme şöyle iletilmişti: “Ruhtzu kardeş istemiyormuş, kendi kendine oyun oynamış çok mutlu olmuş kardeşinin öldüğü gün”… Tanrım yalvarırım hiçbir dünyada bir araya getirme böyle insanlarla, hayatta ki en zor şeylerden biri yanlış anlatılan ya da anlaşılan bir şeyi geriye çevirmektir. Bu iftira yüzünden, zaten korku içinde olan kalbim unutulmaz bir sarsıntı yaşadı. Anne-babamdan uzun süre dayak yedim, tuvalete kapatıp kapıyı kilitlediler, ışık yok, acı çok, yaşım çocuk. Cümle âleme benim ölü doğan kardeşe sevindiğim yayıldı, arkadaşlarım benimle okul yolunu paylaşmadı bir süre. Komşulardan salak olan teyzeler yüzüme karşı “kötü kalpli çocuk” dedi. Çürük domates atıp taşlayanlar oldu! Yok, abarttım tabi, ama mal olan herkes inandı buna. Halalarım ve iki kuzenim doğrusunu bana sordu, akıl yoluyla gerçeğe ulaşıldı ama o anların hepsi ‘müthiş hafızama’ işlenmişti artık. Annem benden nefret ediyor, açıkça belli etmekten de çekinmiyordu “sen benim çocuğumun ölümüne sebep oldun” dedi bir gün! Allak bullak olmuş beynim, haşatı çıkmış zavallı RUH’um bunu kabul etti. Ya kardeşimi benden çok severlerse diye aklımdan geçirdiğim ama kimseye söylemediğim bir kıskançlığım vardı, bu düşüncemi kendime kanıt olarak sundum, kabul ettim; önceki iki annemi, kediyi, kuşları, kardeşimi ben öldürmüştüm, hem de düşünce gücümle! Atom bombasını atıp kitleleri katleden de bendim, Irak-Kuveyt savaşının sebebi, Çernobil’in tek sorumlusu, Osmanlı’nın yıkılışı, Afrika’da ki açlığın nedeni, Alman-Sovyet savaşının, Hitler’in ortaya çıkışının, Bülent Ersoy’un dönmesinin hatta Big Bang’ın sebebiydim amk! Tüm bunlar ben düşündüğüm için vardı, ben olmasam bunlar zaten yok olacaktı, ilk intiharımdır bu!


     Dünyadaki tüm yetişkinler suçsuz, naif, pırlanta kalpli, sevgi pıtırcığı, dost canlısıydı, benim boyum çocuktu ama en çok günahı ben işlemiştim, en suçlu bendim. Ölmeliydim! Var olduğum sürece bir karı-koca müthiş acılara! gark olacaktı, yok olmalıydım. Sırra karışmalı, varlığımı sonlandırmalı, yıldız tozuna dönüşünceye kadar durmadan parçalara ayrılmalıydım… Hiçbir yetişkin bu denli acı çekmemişti, çocuklar ne kadar insafsızdı. Tüm savaşların, yıkımların, TECAVÜZlerin sorumlusu çocuk bedenimizdi, lanet varlıklardık. Biz olmasak yetişkinler (analarının amlarından yetişkin olarak çıktıkları için) dertsiz tasasız yaşayıp gideceklerdi. Çok sorunluyduk; sevgi, ilgi, bakım istiyorduk, duygularımız güçlüydü, sanat yapıyorduk, hayal kurup yeni bir dünya yaratıyorduk, neşeliydik, hiçbir şeyi dert etmiyor, inançlarla kendimizi yormuyor, parayla, hırslarla kalbimizi kirletmiyor, ırklara farklılıklara inanmıyor, bölmüyor, tam tersi birleştiriyorduk… Çok savunmasız çok saftık, yazık ettiniz biz çocuklara L


     Netice de her şey daha da boka sardı, evin içinde harabeye döndüm. Mutsuzluk ve yalnızlık hep vardı, üzerime bir de ölü kardeş sorumluluğu yüklendi. Ağır yüklerim arttıkça arttı hayat boyu, ne zaman ki ben taşımaktan vaz geçtim öyle indiler sırtımdan. Bana söylenen her şeyi kabullenip inanan bir yapı oluştu o sırada benliğimde; ‘kardeş katilisin’ evet! ‘kötüsün’ evet! ‘tembelsin’ evet! ‘başarısızsın’ evet! ‘çirkinsin’ evet evet evet evet… Beni soktukları şekle çok uzun süre inandım, kendime inanmaktan vaz geçip, ‘umut’ diyen sesi bastırdığım günler çok feciydi. Mutluluk hem yakın hem uzaktı, hem vardım hem yok!!!

 

 

 
  


   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder