Ölü Doğumun İntikamı (kardeş katli)
Her doğum gibi her ölüm de kanlı, ben aslında
güneşin doğuşunu ve batışını, insanoğlunun dünyaya gelişiyle eş tutuyorum.
Dikkat ederseniz gökyüzü kıpkırmızı oluyor ve gayet sancılı geçiyor o süreç… Canlı izlediğim pornoların
bir sonucu olmalıydı, şapşik yeryüzünde sebepler, sonuçlar ve daha bilmediğim
değişik kurallar vardı. Örnek Murphy! Adam bildiğin cenabet uğursuzun önde
gideniymiş, neymiş efendim olasılıkmış istenmeyen sonuçmuşta zart zurt! Önce
yüce din İslam’ın gusül abdestini öğren pezevenk! Bak bende bilmiyordum başıma
neler geldi J
Kışların ılıman
ve yağışlı, yazların apış aranızı pişik edecek kadar sıcak ve kurak geçtiği Akdeniz
şehrinde güya mutlu bir yaşam sürüyordum ki annemin hamile olduğunu öğrendim.
Şimdi bunda ne var ki diyeceksiniz… Bir şey yok tabi, önceleri bende havalara
uçtum, yalnızlıktan çok sıkılmıştım ve bir kardeşimin olması o sırada dünyada
ki yegâne arzularımdan biriydi. Benim de ağzıma sıçalar! Sanki başka dilek
hakkım yokmuş gibi gidip en bok dileği dilemiştim. Kadın bildiğin delirdi! Bir
havalar bir kaprisler aman Tanrım… Daha önce ermiş sabrında olan karı gitti
yerine cadaloz biri geldi, sanki peygamber hırkasını çıkardı da aşağılık bir
insan şekline büründü. Başka örneklerle de tarif ederdim de valla ben yoruldum,
annem acayip bir değişim geçirmişti. Bir kere ben artık 2. sınıf öğrencisiydim,
büyümüştüm, sabahları kendiliğimden kalkıp, kahvaltımı yapıp, okula gitmem
bekleniyordu, çünkü karı-koca hamilelerdi! Kendi banyomu yapıp, ev işlerine
yardım etmeliydim üstelik altıma işemelerime bir son vermeliydim, eee karı-koca
hamilelerdi, benimle ilgilenecek halleri yoktu. Öküz gibi sabahtan akşama kadar
yatıyor, yemek yiyor, bir daha yatıyorlardı, hamilelerdi dememe gerek yok
herhalde. Haa birde sevişiyorlardı, yani ben adını bilmiyordum o zamanlarda,
daha önce izlediğim olaylar belirli bir düzende devam ediyordu. Sonra bir gün,
zaten obezite sınırında olan annem göbek bölgesinden şişmeye başladı, arada
karnına kulağımı dayayıp müstakbel kardeşimin sesini duymaya çalışıyordum,
nasıl bir çocuktu acaba? Gözleri ne renkti, saçları nasıldı, bana benzeyecek miydi
(malum ben anne-babama hiç benzemiyordum, karşılaştığım mal beyinli büyükler “sen
annene de babana da çekmemişsin, kime benziyorsun” diye sorup dikkatle yüzümü inceleyerek duygu taraması yapıyor, asıl kimliğimi hatırlatıyordu! Amına koduğumun
meraklıları), adı ne olacaktı, bana abla mı diyecekti? Hayaller kurmaya
başlamıştım çoktan kardeşimle ilgili. Bir kere okula beraber gidip gelecektik,
çünkü yollar tehlikeliydi, evde en güzel oda onunkisi olacaktı, ben ona ip
atlamayı, yedi kuleyi, saklambacı, beş taşı öğretecektim. Sayısı gittikçe
azalan oyuncaklarımı benim eski, kardeşimin yeni odasına taşımıştım bile, gümüş
saçları yolunmuş bebeğim onundu artık. Yalnızlıktan kurtuluyordum, yaşasındı! Ama
olaylar bu halde seyretmedi, Murphy devreye girdi amın feryadı! Kardeşim ölü
doğdu, ölü doğmak demek ölüp de doğmak mı yoksa doğup, dünyayı azıcık görüp de
ölmek mi bilmiyordum o sıralar. Olayı biraz daha başa saralım; annem hamile, babam hamile yancısıydı, hayatım gittikçe sıkıcı bir hal almaya başlamıştı,
kendi işimi kendim yapıyor, zor derslerin altından kalkmaya çalışıyordum. Kuzenlerimle
mücadele halindeydik, acayip uyuz tipler vardı aralarında, üstelik kızamık
çıkarmıştı bir kaçı! Bir gün halamlarda toplanmış, iki kız iki erkek çocuk evi
savaş alanına çevirmiştik, Problem Child modası vardı o dönem J en
son kız kuzenimi yatağın altına sokup, sopalarla dürtüklerken büyüklerin sabrı
taştı, halam sırayla hepimizi haşladı, hamile ve kaprisli üvey annem korkunç
yeşil gözlerini bana dikip, mimikleriyle yedi beni. İlk müthiş korku duyduğum
andır! Bazen aklıma gelir, kadın bildiğin gözüyle işkence etti bana ya, enerji
denilen olay gerçek valla bak! Dayak yiyen çocuklar benden şanslıydı, iki
ağladı sonra oyun oynamaya devam etti piçler. Ben bildiğin felç geçirdim, eve
dönene kadar bir köşeye sinip hiç kımıldamadan oturdum, voodoo büyüsü yaptı
sanki kaltak! Eve geldiğimizde bir fırça da babamdan geldi, malum hamile
kocasıydı ‘yaramazlıklarımın bir son bulması gerektiğini, bazı geçmiş cezaların
yeniden verileceğini’ hatırlattı bağıra çağıra. Ulan gören de diyecek ki en
sevdikleri yakınlarını öldürdüm, altı üstü saklambaç oynayıp, bir iki eşya
kırdık. Birbirimize kısa süreli işkenceler yaptık; saç çekmek, çelme, cimcik,
su fışkırtma gibi. Bunlar karı-koca bir abarttı ki sormayın… Sonra giderek her
yaptığım gözlerine batmaya başladı, sabah okula giderken arkadaşlarımın gelip
zile basması bile olay oldu, neymiş uykularından oluyorlarmış, bir iki kere
okuldan geç geldim sebepte; ya kırtasiyeye uğrayıp abidik gubidik şeyler almam
ya da yolda gelirken kuzenimle oyuna dalıyor olmamızdı. Vay sen nerelerdesin
neden geç geliyorsun eve! Saat tutuyorlardı, 12.00 de çıkış zili çalıyorsa
12.10 da evde olacaktım, 1 dakika gecikirsem ceza alacaktım. Sabah okula giden,
henüz 7 yaşında ki bir çocuğa kahvaltı yaptırmaktan, dersleriyle ilgilenmekten
aciz iki yetişkin beni kendilerine stres topu yapmıştı. Üstelik bulaşık
yıkamak, evi süpürüp silmek, banyoyu ciflemek, toz almak, çöpleri atmak gibi
hafif sorumluluklarım! vardı. Her kız çocuğu bu gibi işleri öğrenip, annesine
yardım etmeliydi, yoksa koca bulamazdı. Bir de bu bela açılmıştı başıma,
sürekli olarak bilmem kimin oğluna beni vereceklerini, x kuzenimle
nişanlayacaklarını söyleyip sinirimi bozuyorlardı. Gerzek anne-baba modeliydi
tam, derslerimin zorluğuna rağmen çok başarılıydım, meslek için
yönlendireceklerine ev işi, düğün-nişan, dantel örmekten bahsediyorlardı. Müthiş
zekâmın nasıl telef edildiğini ayrıca yazacağım, temeli buraya dayanmaktadır. Yoksa
karşınızda dişi bir İlber Ortaylı hatta Einstein J bile
olabilirdi (kuantum mekaniği ve teorik fizik ilgi alanım). Neyse, attığım her
adıma kızan ebeveynlerim olmuştu, hayırlı olsundu. Her gün okuldan koşarak eve
geliyor, temizlik yapıyor, ders çalışıp uyuyordum. Nefes alsam bile ceza alır
hale geldiğim için sosyal yaşamım sekteye uğruyordu, mahalle arkadaşlarım sokağa
inmem, kuzenim onlarda kalmam için yalvar yakar izin istiyordu,
göndermiyorlardı “işi var Ruhtzu’nun” diyordu kaltak karı. Anlamadıkları şey ‘ben
bir çocuktum’ oyun oynamalı, televizyon seyretmeli, dans etmeli, öğrenmeli,
kitap okuyup arkadaş edinmeliydim. Gelişimim için bunlar şarttı, yeni bir
şeyler katmaları lazımdı bana. Bir bitkiyi saksıya ekip, su ve güneş ışığı
vermeden çiçek açmasını bekleyemezdiniz, kendi haline bıraktığınız organizma ya
ölür ya da olduğu yerde kalır, yaşam karakteri olmaz. Ben gittikçe içime
kapanıp, yaşıma göre olmasalar da kitap okumaya vermiştim kendimi, diğer
seçeneğim ders çalışmaktı, ikisini de iyi yapıyordum (bugün teşekkür ediyorum,
bu özellikleri bana dolaylı da olsa kazandırdıkları için J ). Hamilelik
konusuna geri dönecek olursak, doğumun yaklaştığını söyleyip anneannemi
çağırmışlardı yakınlarımızda ki kasabadan, dindar bir kadındı. Beraber namaz
kılıyorduk, ben okul yüzünden çoğu vakti kaçırsam da hafta sonu tam mesaiyle
devam ediyordum. Bir gün sabah okul için uyandığım da evde kimsenin olmadığını
fark ettim, hazırlanıp okula gitmek yerine geçmişte kalan bazı özgürlüklerimi yâd
ettim. Kahvaltımı yapıp bütün sabah çizgi film izledim J
öğlen olduğunda buzdolabında ki yemeklerden ısıtmadan yedim çünkü tüplü ocaktan
acayip korkuyordum. Hala gelen giden yoktu, merak içinde beklerken birkaç yeri
karıştırdım. Evde bazı bölümler bana yasaklanmıştı sebebini bilmiyordum,
örneğin; yatak odası. Başucu komodinlerinde bulduğum balon gibi ama şeffaf
beyaz, kaygan şeyi (kondom) şişirip onunla oynadım bir süre, annemin
kıyafetlerini giydim, 25 beden büyüktüler bana! Babamın çekmecesinde ki renkli
hapları bonibon sanıp yuttum azıcık! Üstünde anlamadığım bir marka yazıyordu. O
sırada anahtarla kapı açıldı, babacım acayip bir şekil almış yüzüyle içeri
girdi, koşarak kucağına atladım beni itti “neden okula gitmedin” diye de
azarladı. “uyuyakalmışım” diye yalan uydurdum, annemi sordum “kardeşin öldü,
annen hastanede yatıyor, halan gelecek yanına sakın yaramazlık yapma” deyip birkaç
parça eşya alıp gitti. Ben ilk cümlede takılı kaldım oysa dünyam başıma
yıkılmıştı! Ya ne uğursuz bir çocuktum ben, neyi sevsem kime bağlansam
ölüyordu, ne ölümmüş amk! Kardeşim nasıl ölürdü, daha yaşamamıştı ki! Bu sefer de annem ölürse ne yaparım diye bir endişe
kapladı içimi, koridora çöktüm, halam gelip de kapıyı çalana kadar hiç
kalkmadım yerimden. Çok ağladım L halam
yemek yedirip erkenden yatırdı beni. Kendisi de sürekli dua etti, ne için
bilmiyorum. Ertesi sabah tatildi, erkenden kalkıp beklemeye başladım. Annemi
çok merak etmiştim, ya bir şey olduysa diye içim içimi yiyordu. Bütün hayallerim
yıkılmıştı, kardeşim için yaptığım hazırlıklar öylece duruyordu, balonlar,
bebekler, beşiğin kenarına dizdiğim renkli yastıklar, oyuncaklar… Yine
yalnızdım galiba, herkes kardeşi, anne-babasıyla mutluluk içinde yaşarken benim
başıma sürekli garip olaylar geliyordu. Asıl ölmesi gereken bendim, henüz hiç nefes
almamış bebecik değil! O sırada kapı çaldı, halam ve ben telaş içinde koştuk,
annemin kolunda anneannem, babam arkada elinde çantalarla içeri girdiler.
Gözyaşları içinde sarıldım tek tek, annem suratını çevirip, direk yatak odasına
geçti, halamla anneannem sezaryenli hasta için çorba yapma yarışına girdiler. Bende
mal gibi dolandım ortalıkta, babam kaybolmuştu, nereye gittiğini bilmiyordum. Kaybolmak
iyi bir fikirdi! Odama gidip yorganı başıma kadar çektim, çok mutsuzdum… Akşama
kadar evde ölüm sessizliği hâkimdi, arada ağlama sesleri duyuyordum, halam bana
bir kere baktı kapıdan sonra gitti. Evden tamamen gitti ama, anneannem yemek
yapma savaşının galibiydi, öz kızına kimse ondan iyi bakamazdı. Akşam babam eve
döndüğünde bir hareketlenme oldu, bende dünyaya döndüm, tuvalete girip tam
çıkarken anneannemin abdest almak için hamle yaptığını göz ucuyla gördüm ama
ışığın düğmesine çoktan basmış bulundum, kıyamet koptu! Sizin komple sülalenizi
sikiyim orospular, ödüm koptu lan! Kadın bana öyle bir bağırdı ki sanırsın
bıçağı ciğerine sapladım çevire çevire canını alıyorum, yanlışlıkla oldu desem
de inanmadı. Annem odadan babam salondan çıktı geldi bağırtıya, ne olduğunu
dahi sormadan yapıştırdı tokadı! Nereliydim onu dahi şaşırdım, bir süre çift
gördüm. Annem bağıra çağıra odama gönderdi, zaten çoktan ağlamaya başlamıştım ‘yarına
kadar, tuvalet dâhil dışarı çıkmayacaksın’ buyurdu yüce sultanımız. Altıma işeyen
bir çocuktum bugün de işesem biz zararı yoktu sonuçta…
Sonra ki günler
azap içinde geçti, okuldan geldiğim anda aynı evi paylaşmak zorunda olduğum
yetişkinler çeşitli işkencelerle ağzıma sıçtı. Babam kesinlikle beni görmek
istemiyordu, annem sürekli ağlıyor, bağırıp çağırıyor, yakaladığı yerde saçımı
kulağımı çekip hırpalıyordu. Anneannem zaten manyaktı, tüm evin işini bana
devretti, soğan soyup patates doğramaya, cam silmeye kadar her şeyi
yaptırıyordu. Gelen giden eksik olmuyordu, cenaze evi ritüeli başa sarmıştı. Annemin
tüm akrabaları akın etti köyden, daha önce görmediğim çeşit çeşit insan geliyor,
yiyor içiyor, yatıya kalıyordu. Aşevine döndü ortalık. Kesinlikle ders
çalışamıyordum, okuldan gelip direk iş yapıyor, akşama kadar yorgunluktan canım
çıkıyor sonra uyuyakalıyordum. Öğretmenim birkaç kez azarladı, kuzenim iyilik yapıp
kardeşim öldüğü için moralimin bozuk olduğunu, ders çalışamadığımı söyledi,
canım yaa. Bu gelen akrabalardan en fitne fesadı bir gün bana bir soru sordu “kardeşinin
ölmesine üzüldün mü” “kardeşime oda
hazırlamıştım, balon şişirdim ne güzel oyun oynayacaktık” diye çocuk saflığıyla
cevap vermiştim. Çünkü henüz yetişkin ikiyüzlülüğünün, yalancılığının
bilincinde değildim. Bu verdiğim cevap anneme şöyle iletilmişti: “Ruhtzu kardeş
istemiyormuş, kendi kendine oyun oynamış çok mutlu olmuş kardeşinin öldüğü gün”…
Tanrım yalvarırım hiçbir dünyada bir araya getirme böyle insanlarla, hayatta ki
en zor şeylerden biri yanlış anlatılan ya da anlaşılan bir şeyi geriye
çevirmektir. Bu iftira yüzünden, zaten korku içinde olan kalbim unutulmaz bir
sarsıntı yaşadı. Anne-babamdan uzun süre dayak yedim, tuvalete kapatıp kapıyı
kilitlediler, ışık yok, acı çok, yaşım çocuk. Cümle âleme benim ölü doğan
kardeşe sevindiğim yayıldı, arkadaşlarım benimle okul yolunu paylaşmadı bir
süre. Komşulardan salak olan teyzeler yüzüme karşı “kötü kalpli çocuk” dedi. Çürük
domates atıp taşlayanlar oldu! Yok, abarttım tabi, ama mal olan herkes inandı
buna. Halalarım ve iki kuzenim doğrusunu bana sordu, akıl yoluyla gerçeğe
ulaşıldı ama o anların hepsi ‘müthiş hafızama’ işlenmişti artık. Annem benden
nefret ediyor, açıkça belli etmekten de çekinmiyordu “sen benim çocuğumun
ölümüne sebep oldun” dedi bir gün! Allak bullak olmuş beynim, haşatı çıkmış
zavallı RUH’um bunu kabul etti. Ya kardeşimi benden çok severlerse diye
aklımdan geçirdiğim ama kimseye söylemediğim bir kıskançlığım vardı, bu
düşüncemi kendime kanıt olarak sundum, kabul ettim; önceki iki annemi, kediyi,
kuşları, kardeşimi ben öldürmüştüm, hem de düşünce gücümle! Atom bombasını atıp
kitleleri katleden de bendim, Irak-Kuveyt savaşının sebebi, Çernobil’in tek
sorumlusu, Osmanlı’nın yıkılışı, Afrika’da ki açlığın nedeni, Alman-Sovyet
savaşının, Hitler’in ortaya çıkışının, Bülent Ersoy’un dönmesinin hatta Big
Bang’ın sebebiydim amk! Tüm bunlar ben düşündüğüm için vardı, ben olmasam
bunlar zaten yok olacaktı, ilk intiharımdır bu!
Dünyadaki tüm yetişkinler suçsuz, naif,
pırlanta kalpli, sevgi pıtırcığı, dost canlısıydı, benim boyum çocuktu ama en
çok günahı ben işlemiştim, en suçlu bendim. Ölmeliydim! Var olduğum sürece bir
karı-koca müthiş acılara! gark olacaktı, yok olmalıydım. Sırra karışmalı,
varlığımı sonlandırmalı, yıldız tozuna dönüşünceye kadar durmadan parçalara
ayrılmalıydım… Hiçbir yetişkin bu denli acı çekmemişti, çocuklar ne kadar
insafsızdı. Tüm savaşların, yıkımların, TECAVÜZlerin sorumlusu çocuk
bedenimizdi, lanet varlıklardık. Biz olmasak yetişkinler (analarının amlarından
yetişkin olarak çıktıkları için) dertsiz tasasız yaşayıp gideceklerdi. Çok sorunluyduk;
sevgi, ilgi, bakım istiyorduk, duygularımız güçlüydü, sanat yapıyorduk, hayal
kurup yeni bir dünya yaratıyorduk, neşeliydik, hiçbir şeyi dert etmiyor,
inançlarla kendimizi yormuyor, parayla, hırslarla kalbimizi kirletmiyor,
ırklara farklılıklara inanmıyor, bölmüyor, tam tersi birleştiriyorduk… Çok
savunmasız çok saftık, yazık ettiniz biz çocuklara L
Netice de her şey daha da boka sardı, evin
içinde harabeye döndüm. Mutsuzluk ve yalnızlık hep vardı, üzerime bir de ölü
kardeş sorumluluğu yüklendi. Ağır yüklerim arttıkça arttı hayat boyu, ne zaman
ki ben taşımaktan vaz geçtim öyle indiler sırtımdan. Bana söylenen her şeyi
kabullenip inanan bir yapı oluştu o sırada benliğimde; ‘kardeş katilisin’ evet!
‘kötüsün’ evet! ‘tembelsin’ evet! ‘başarısızsın’ evet! ‘çirkinsin’ evet evet
evet evet… Beni soktukları şekle çok uzun süre inandım, kendime inanmaktan vaz
geçip, ‘umut’ diyen sesi bastırdığım günler çok feciydi. Mutluluk hem yakın hem
uzaktı, hem vardım hem yok!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder