Gökte Yıldız, Ruhtzu’nda Ana Bitmez
Daha önce dedim
ya üçledim diye, babamla yeni annem yangından mal kaçırır gibi alelacele
evlendiler. Bir bekleyin, 2-3 yıl nişanlı kalın değil mi yoook! Bu ne
azgınlık?? O yıllarda televizyonda kısa boylu, şişman, esmer bir adam (Turgut
Özal), meçli saçları ve tayyörleriyle anılan karısıyla (Semra Özal) sık sık
gündeme geliyordu. Bunların bir de davulcuya kaçan kızları vardı. En sık
duyduğum isimler arasında; Bülent Ecevit, Süleyman Demirel (şapka sallıyordu
sürekli), Erdal İnönü (tipitip sakızın üstündeki adama benzetiyordum), Kenan
Evren (ateşi bol olsun), Necmettin Erbakan (denizde kum Neco’da parti), Mesut
Yılmaz (“anavatan partisi”…….sessizlik….2,5 dk geçiyor….”ülkem için” ……..bir
konuş be adam!), Alparslan Türkeş’i (niyeyse korkuyordum ondan) sayabilirim.
Sonra bacınız çıktı meydana ‘Tansu Çiller’. Çok affedersiniz kadınların saçı
cıvık bok renginde (bu satırları kafamda domates maskesiyle yazıyorum, amına
kodumun kuaförü saçımı yeşertti ) ve kuşlardan esinlenilmiş olmalı ki kuş
yuvası şeklindeydi, vatkalı acayip ceket ve kazaklar giyiyorlar, yüksek bel,
şalvar tipi kotların içinde daha bodur görünüyorlardı. Güzel kadın deyince
aklıma Aydan Şener, Cindy Crawford, Claudia Schiffer, Müjde Ar, Hülya Avşar
falan geliyor. Yakışıklı erkek sayısı çok azdı! Popçular çirkin ötesiydi o
dönem, sonradan Tarkan, Tayfun, Kerim Tekin, Burak Kut çıktıda şenlendi biraz
ortalık. Artistlerde hala Tarık Akan, Ediz Hun (edisun sanıyordum adını), bir
numaraydı (bir Burak Özçivitimiz yoktu), yabancı oyunculardan Brad Pitt, Tom
Cruise, Robert De Niro, Al Pacino, en çok hatırımda kalanlar. Tabi Michael
Jackson benim için ilahtı ilah!!! İlk başlarda korkuyordum kliplerinden, sonra
dansları şarkıları beni benden aldı, hala kafamın içinde onun müziklerini
duyarım, yerli yersiz moonwalk yaparım Sosyal yaşamda sinema tiyatro
kültürümüz pek yoktu, VHS kasetlerden ya da televizyondan Türk filmi
izliyorduk. Kahramanlarımız halktandı çoğunlukla; Gülşah, Şaban, Süper Baba,
Perihan Abla, Müjdat Gezen’li Sulukule filmleri, Şener Şen’li faşo ağalar,
İbrahim Tatlıses ve Hülya Avşar’lı acılı aşk, kıro öpüşmesi nasıl olur
filmleri, Banu Alkan, Ahu Tuğba, Faruk Peker, Engin Koç’la bol sevişmeli
olanlar (kanal hemen değişiyordu), Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur’lu arabesk
günler, bol bol Kara Murat, Battal Gazi, Malkoçoğlu, Sezercik, Ayşecik
hayatımızı kaplıyordu. Modern Talking’le dans edilen disko sahneleri vardı,
Pavlov’un köpeği gibi, ne zaman o müzikleri duysam tuhaf figürler yapıyorum.
Yabancı filmler televizyonda gösterilmiyordu sanırım, hatırladıklarım arasında;
Geleceğe Dönüş 1-2-3, Elm Sokağı Kâbusu 1-2-8-10-20 tane çekildi herhâlde
(Allah sizi davul etsin, ağzımıza sıçtınız o seriyle), 007 Bond, James Bond ,
Karate Kid, Mavi Ay, Kara Şimşek var. Ayy Bizimkiler diye gayet gerzek bir Türk
dizisi vardı her Pazar, kusasım geliyordu, mal gibi izliyordu herkes. Sonra
onun çakmaları çıktı; Çocuklar Duymasın, Çiçek Taksi zart zurt… Aynı bokun
lacivertleri. Biz arada gazinoya gidiyorduk, gazoz içtiğimi, kuruyemiş yediğimi
ve saçı yüzünün yarısını örten bir kadının (Bergen) yanık yanık şarkı
söylediğini hatırlıyorum. 3 saat ağladım korkudan, kadın gelip beni öpmüştü,
babam özür dileyip gül vermişti kadına. Bende manyak bir çocuktum işte ne
yapayım Üstelik kadın komşumuzdu, arada karşılaşıyorduk sonra kocası olacak
pezevenk vurdu genç yaşında… İkinci annemin mezarına giderdik arada, görürdüm
onu da, neredeyse dip dibeydi iki talihsiz kadın, annesi her tarafı fotoğraflarıyla
donatmıştı. Hep üzücü, arabesk yıllar geçiriyor zavallı ülkem…
Ben üçüncü
annemle tanışmama geleyim artık, sosyo kültür yapımız gayet bozuktu, anlat
anlat bitmez. Babamın ardından sıra beni tanıtmaya gelmişti müstakbel gelin
hanıma, halalarım güzelce yıkayıp giydirdiler, ambalajım gayet cici biciydi.
Her kadın beni bu halimle sevip bağrına basabilirdi. Yolda giderken “bir
hanımın evine çay içmeye gidiyoruz (sanki ben salağım), uslu ol, sorulan
sorulara terbiyeli cevap ver! Sen artık kocaman kızsın!” dediler. Yaşımı
biliyordum artık, tam olarak ‘6’. Her zaman gittiğimiz lunaparkın
yakınlarındaydı evleri, çılgınlar gibi dönen balerinin, dönme dolabın, çarpışan
arabaların, Madonna ve Michael Jackson şarkılarının sesi geliyordu bangır
bangır. Evde iki kadın vardı sadece, biri orta yaşlı diğeri daha yaşlı. Orta
yaşlı olan (annem oluyor kendisi) kısa kıvırcık saçlı, kumral, soluk yeşil
gözlü, şişman, at ağızlı, bol bol kahkaha atan bir kadındı. Beni görür görmez
öptü ve kucağına aldı, bir daha da hiç indirmedi (sanırım babamın gözüne
girmeye çalışıyordu, eee o kadar servet söz konusuydu). Tüm gece bacaklarından,
belli ki jiletle kazınmış kılları her yerime battı, bitlenmiş gibi kaşınıp
durdum. Halam bir iki sefer dürttü ama ona da ters bir bakış atıp kaşınmaya
devam ettim. Diğer kadın akrabası değildi, bu olaydan kısa bir süre sonra kanlı
bıçaklı olmuşlardı ama ben ona çocukluk ve gençlik çağım boyunca ‘x anneannem’
diye hitap edecektim. Şimdilerde öldüyse cenneti hak eden, çocukluğuma dair en
iyi figürlerden biriydi. O gece orda uyuyakaldım, eve nasıl geldik ne oldu
hiçbir fikrim yok. Kısa bir süre sonra x anneannem, onun deli oğlu! (el ve ayak
parmakları ile yakaladığı yerde beni okşuyordu, zevkten gözleri kayıyordu, öyle
bir kadının böyle oğlu! Ne yazık ki ebeveyninizi ve çocuğunuzu seçemiyorsunuz),
babamın ailesi ve birkaç komşu toplanarak nişan yapıldı. Ben nişan lafını
duyunca kovboy filmlerinde ki gibi bir şey bekledim ama onun yerine yeni
annecim diz altı etek, ipek gömlek, yılan derisi topuklu (hayretler içinde
kalmıştım), babacım kravatlı füme bir takım giymişti. Üzerimde uçları dantel
siyah bir etek ve mavi kazak vardı diye hatırlıyorum. Yüzük takıp, boynuma
doladığım kırmızı kurdeleleri kestiler. Meğerse asıl nişan buymuş! Annecimin
tarafı henüz ortada yok diye düşünürken, iki adam ve bir kadın evimizi bastı.
Ailesiyle arası, bilinmeyen bir nedenden dolayı açık olan gelin hanımın abileri
durumu kuşlardan haber alıp gelmişlerdi ve hiç memnun değillerdi. Yine
uyuyakaldığım için filmin geri kalanını kaçırdım, bana da yazıklar olsun!
Annemi götürmesinler diye mızmızlanıp duruyordum. Sonradan kulaktan dolma
bilgilerle öğrendiğime göre; gelin hanımın ailesi mafyaydı, yer altı dünyasına
mensup abileri ve hanım ağa yengeleri babacımla benim canımızı o gece
bağışlamıştı, kızı çekip almışlardı bizden. Lanet pisliklerdik canımız
cehennemeydi! Silahlar bir daha ki sefere konuşacaktı, kumar masasında
dürülebilirdi hesabımız… Şaka lan aile
bu evliliğe karşı çıkmıştı, sebep; damadın dul ve çocuklu (üstelik evlatlık)
olmasıydı. Sanki evde kalmış, Adile Naşit’ten hallice fiziğe sahip kızlarını
kim ne yapacaksa bu saatten sonra. Ayol bıbıcım o serveti, eski karısını kanser
edip kazanmasaydı ne olacaktı? Biz beş parasız kalacaktık bi kere! Kim alırdı
bir buçuğa beş eninde ki bu kadını haa kim? Neyse kel kör birbirlerini
bulmuşlardı, haftasına düğün yaptılar zaten. Düğün dediğimde, annecim kendine
fuşya rengi, dantel, bana da kareli bir elbise dikti, kafamda kocaman gül
şeklinde bir toka vardı, bıbıcım papyonlu siyah bir takım giydi, evde plak
kaset çalıp dans ettiler. Ben göbek deliği hizasına gelen boyumla dans etmişim
annecimle, duruyor fotoğrafı. Çiftetelli bir de mezdeke çalarken kuzenimle
çılgın figürler yapıp durduk. Annemin kendi gibi solgun gözlere sahip familyası
doluştu eve, diktatör bir baba, sessiz yaşlı bir anne, bir sürü abi ve bir
ablası vardı, tıpkı benim biyolojik ailem gibi. Evin içinde, dağıtılan
yemeklerden müziklere, damadın akrabalarından bana kadar hiçbir şeyden memnun
olmadılar, oda oda gezip durdular. Düğün sonu gelin hanımın abisi ve yengesi
tarafından, annecimin eliyle hazırlanmış çantayla birlikte arabaya bindirilip
başka bir eve götürüldüm. Hain halalarım beni satmıştı demek! Sulu gözlü
olduğumu artık biliyorsunuz, o hafta sanırım dini bayram tatili vardı, şu
meşhur 9 günlüklerden… Çünkü okula gitmemiştim. Yeni dayım ve yengem sevimli
insanlardı ama yine de korkmuştum onlardan, yaş farkımızın epeyce olduğu bir
oğlu ve kızları vardı. Kuzen bakımından pek gülmeyen yüzüm yine gülmedi, ikisi de
manyaktı çocukların! Gıcık ve şişmanlardı, benim gibi zayıf, çıtı pıtı, avuç
içi büyüklüğünde mideye sahip bebeye, bir oturuşta 3 tabak yemek yedirmeye
çalışıyorlardı. Sanırım 1 hafta içinde onların kilosuna ulaşmamı
hedeflemişlerdi Dayımla yengem sürekli
sigara içiyordu (günde 3-5 paket), onun kokusu ve aşırı yemek kusmama sebep
oluyordu. Yani yemek yiyor, kusuyor, ağlıyordum. Kız olan kuzenim Barbie
bebekleriyle birlikte beni de yıkadı küvette, ağzıma burnuma şampuanı
doldurunca az kalsın boğulacaktım, banyodan saatler sonra bile baloncuk
çıkarıyordum. Altımı ıslattığım kulaklarına fısıldanmıştı, eczane sahibi
oldukları için sanırım bu konuda bilinçlilerdi; içi havlu dışı naylon olan
donlardan giyiyordum yatarken, sabah işemiş olursam kendim değiştirip, banyoda
yıkadıktan sonra balkon demirlerine mandalla tutturuyordum. Alt komşularının
bir oğlu vardı benim yaşımda, sık sık yukarı geliyor, atari oynayıp (Mario) el
ve ayaklarımızla kapının pervazlarına tutunarak en tepeye çıkma yarışı
yapıyorduk. Kim orda daha uzun süre kalırsa diğeri onu dudağından öpüyordu
Kuzenlerimse kendi aralarında manyaklıklar yapıp eğleniyordu; annesinin
cüzdanından para yürütüp sigara, çikolata alma, telefonla sağı solu işletme,
alt komşunun camına tükürük yarışı, caddeden geçenlerin kafasına su dökme gibi…
Bir hafta kadar kaldım orada, eve dönerken çok sevinçliydim, özlemiştim. Ama
karşılaştığım manzara şok etkisi yarattı bende! Geleceğim yine…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder