9 Nisan 2016 Cumartesi

EVLATLIK ÇOCUKLUK




             Gökte Yıldız, Ruhtzu’nda Ana Bitmez


     Daha önce dedim ya üçledim diye, babamla yeni annem yangından mal kaçırır gibi alelacele evlendiler. Bir bekleyin, 2-3 yıl nişanlı kalın değil mi yoook! Bu ne azgınlık?? O yıllarda televizyonda kısa boylu, şişman, esmer bir adam (Turgut Özal), meçli saçları ve tayyörleriyle anılan karısıyla (Semra Özal) sık sık gündeme geliyordu. Bunların bir de davulcuya kaçan kızları vardı. En sık duyduğum isimler arasında; Bülent Ecevit, Süleyman Demirel (şapka sallıyordu sürekli), Erdal İnönü (tipitip sakızın üstündeki adama benzetiyordum), Kenan Evren (ateşi bol olsun), Necmettin Erbakan (denizde kum Neco’da parti), Mesut Yılmaz (“anavatan partisi”…….sessizlik….2,5 dk geçiyor….”ülkem için” ……..bir konuş be adam!), Alparslan Türkeş’i (niyeyse korkuyordum ondan) sayabilirim. Sonra bacınız çıktı meydana ‘Tansu Çiller’. Çok affedersiniz kadınların saçı cıvık bok renginde (bu satırları kafamda domates maskesiyle yazıyorum, amına kodumun kuaförü saçımı yeşertti ) ve kuşlardan esinlenilmiş olmalı ki kuş yuvası şeklindeydi, vatkalı acayip ceket ve kazaklar giyiyorlar, yüksek bel, şalvar tipi kotların içinde daha bodur görünüyorlardı. Güzel kadın deyince aklıma Aydan Şener, Cindy Crawford, Claudia Schiffer, Müjde Ar, Hülya Avşar falan geliyor. Yakışıklı erkek sayısı çok azdı! Popçular çirkin ötesiydi o dönem, sonradan Tarkan, Tayfun, Kerim Tekin, Burak Kut çıktıda şenlendi biraz ortalık. Artistlerde hala Tarık Akan, Ediz Hun (edisun sanıyordum adını), bir numaraydı (bir Burak Özçivitimiz yoktu), yabancı oyunculardan Brad Pitt, Tom Cruise, Robert De Niro, Al Pacino, en çok hatırımda kalanlar. Tabi Michael Jackson benim için ilahtı ilah!!! İlk başlarda korkuyordum kliplerinden, sonra dansları şarkıları beni benden aldı, hala kafamın içinde onun müziklerini duyarım, yerli yersiz moonwalk yaparım  Sosyal yaşamda sinema tiyatro kültürümüz pek yoktu, VHS kasetlerden ya da televizyondan Türk filmi izliyorduk. Kahramanlarımız halktandı çoğunlukla; Gülşah, Şaban, Süper Baba, Perihan Abla, Müjdat Gezen’li Sulukule filmleri, Şener Şen’li faşo ağalar, İbrahim Tatlıses ve Hülya Avşar’lı acılı aşk, kıro öpüşmesi nasıl olur filmleri, Banu Alkan, Ahu Tuğba, Faruk Peker, Engin Koç’la bol sevişmeli olanlar (kanal hemen değişiyordu), Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur’lu arabesk günler, bol bol Kara Murat, Battal Gazi, Malkoçoğlu, Sezercik, Ayşecik hayatımızı kaplıyordu. Modern Talking’le dans edilen disko sahneleri vardı, Pavlov’un köpeği gibi, ne zaman o müzikleri duysam tuhaf figürler yapıyorum. Yabancı filmler televizyonda gösterilmiyordu sanırım, hatırladıklarım arasında; Geleceğe Dönüş 1-2-3, Elm Sokağı Kâbusu 1-2-8-10-20 tane çekildi herhâlde (Allah sizi davul etsin, ağzımıza sıçtınız o seriyle), 007 Bond, James Bond , Karate Kid, Mavi Ay, Kara Şimşek var. Ayy Bizimkiler diye gayet gerzek bir Türk dizisi vardı her Pazar, kusasım geliyordu, mal gibi izliyordu herkes. Sonra onun çakmaları çıktı; Çocuklar Duymasın, Çiçek Taksi zart zurt… Aynı bokun lacivertleri. Biz arada gazinoya gidiyorduk, gazoz içtiğimi, kuruyemiş yediğimi ve saçı yüzünün yarısını örten bir kadının (Bergen) yanık yanık şarkı söylediğini hatırlıyorum. 3 saat ağladım korkudan, kadın gelip beni öpmüştü, babam özür dileyip gül vermişti kadına. Bende manyak bir çocuktum işte ne yapayım  Üstelik kadın komşumuzdu, arada karşılaşıyorduk sonra kocası olacak pezevenk vurdu genç yaşında… İkinci annemin mezarına giderdik arada, görürdüm onu da, neredeyse dip dibeydi iki talihsiz kadın, annesi her tarafı fotoğraflarıyla donatmıştı. Hep üzücü, arabesk yıllar geçiriyor zavallı ülkem…










     Ben üçüncü annemle tanışmama geleyim artık, sosyo kültür yapımız gayet bozuktu, anlat anlat bitmez. Babamın ardından sıra beni tanıtmaya gelmişti müstakbel gelin hanıma, halalarım güzelce yıkayıp giydirdiler, ambalajım gayet cici biciydi. Her kadın beni bu halimle sevip bağrına basabilirdi. Yolda giderken “bir hanımın evine çay içmeye gidiyoruz (sanki ben salağım), uslu ol, sorulan sorulara terbiyeli cevap ver! Sen artık kocaman kızsın!” dediler. Yaşımı biliyordum artık, tam olarak ‘6’. Her zaman gittiğimiz lunaparkın yakınlarındaydı evleri, çılgınlar gibi dönen balerinin, dönme dolabın, çarpışan arabaların, Madonna ve Michael Jackson şarkılarının sesi geliyordu bangır bangır. Evde iki kadın vardı sadece, biri orta yaşlı diğeri daha yaşlı. Orta yaşlı olan (annem oluyor kendisi) kısa kıvırcık saçlı, kumral, soluk yeşil gözlü, şişman, at ağızlı, bol bol kahkaha atan bir kadındı. Beni görür görmez öptü ve kucağına aldı, bir daha da hiç indirmedi (sanırım babamın gözüne girmeye çalışıyordu, eee o kadar servet söz konusuydu). Tüm gece bacaklarından, belli ki jiletle kazınmış kılları her yerime battı, bitlenmiş gibi kaşınıp durdum. Halam bir iki sefer dürttü ama ona da ters bir bakış atıp kaşınmaya devam ettim. Diğer kadın akrabası değildi, bu olaydan kısa bir süre sonra kanlı bıçaklı olmuşlardı ama ben ona çocukluk ve gençlik çağım boyunca ‘x anneannem’ diye hitap edecektim. Şimdilerde öldüyse cenneti hak eden, çocukluğuma dair en iyi figürlerden biriydi. O gece orda uyuyakaldım, eve nasıl geldik ne oldu hiçbir fikrim yok. Kısa bir süre sonra x anneannem, onun deli oğlu! (el ve ayak parmakları ile yakaladığı yerde beni okşuyordu, zevkten gözleri kayıyordu, öyle bir kadının böyle oğlu! Ne yazık ki ebeveyninizi ve çocuğunuzu seçemiyorsunuz), babamın ailesi ve birkaç komşu toplanarak nişan yapıldı. Ben nişan lafını duyunca kovboy filmlerinde ki gibi bir şey bekledim ama onun yerine yeni annecim diz altı etek, ipek gömlek, yılan derisi topuklu (hayretler içinde kalmıştım), babacım kravatlı füme bir takım giymişti. Üzerimde uçları dantel siyah bir etek ve mavi kazak vardı diye hatırlıyorum. Yüzük takıp, boynuma doladığım kırmızı kurdeleleri kestiler. Meğerse asıl nişan buymuş! Annecimin tarafı henüz ortada yok diye düşünürken, iki adam ve bir kadın evimizi bastı. Ailesiyle arası, bilinmeyen bir nedenden dolayı açık olan gelin hanımın abileri durumu kuşlardan haber alıp gelmişlerdi ve hiç memnun değillerdi. Yine uyuyakaldığım için filmin geri kalanını kaçırdım, bana da yazıklar olsun! Annemi götürmesinler diye mızmızlanıp duruyordum. Sonradan kulaktan dolma bilgilerle öğrendiğime göre; gelin hanımın ailesi mafyaydı, yer altı dünyasına mensup abileri ve hanım ağa yengeleri babacımla benim canımızı o gece bağışlamıştı, kızı çekip almışlardı bizden. Lanet pisliklerdik canımız cehennemeydi! Silahlar bir daha ki sefere konuşacaktı, kumar masasında dürülebilirdi hesabımız… Şaka lan   aile bu evliliğe karşı çıkmıştı, sebep; damadın dul ve çocuklu (üstelik evlatlık) olmasıydı. Sanki evde kalmış, Adile Naşit’ten hallice fiziğe sahip kızlarını kim ne yapacaksa bu saatten sonra. Ayol bıbıcım o serveti, eski karısını kanser edip kazanmasaydı ne olacaktı? Biz beş parasız kalacaktık bi kere! Kim alırdı bir buçuğa beş eninde ki bu kadını haa kim? Neyse kel kör birbirlerini bulmuşlardı, haftasına düğün yaptılar zaten. Düğün dediğimde, annecim kendine fuşya rengi, dantel, bana da kareli bir elbise dikti, kafamda kocaman gül şeklinde bir toka vardı, bıbıcım papyonlu siyah bir takım giydi, evde plak kaset çalıp dans ettiler. Ben göbek deliği hizasına gelen boyumla dans etmişim annecimle, duruyor fotoğrafı. Çiftetelli bir de mezdeke çalarken kuzenimle çılgın figürler yapıp durduk. Annemin kendi gibi solgun gözlere sahip familyası doluştu eve, diktatör bir baba, sessiz yaşlı bir anne, bir sürü abi ve bir ablası vardı, tıpkı benim biyolojik ailem gibi. Evin içinde, dağıtılan yemeklerden müziklere, damadın akrabalarından bana kadar hiçbir şeyden memnun olmadılar, oda oda gezip durdular. Düğün sonu gelin hanımın abisi ve yengesi tarafından, annecimin eliyle hazırlanmış çantayla birlikte arabaya bindirilip başka bir eve götürüldüm. Hain halalarım beni satmıştı demek! Sulu gözlü olduğumu artık biliyorsunuz, o hafta sanırım dini bayram tatili vardı, şu meşhur 9 günlüklerden… Çünkü okula gitmemiştim. Yeni dayım ve yengem sevimli insanlardı ama yine de korkmuştum onlardan, yaş farkımızın epeyce olduğu bir oğlu ve kızları vardı. Kuzen bakımından pek gülmeyen yüzüm yine gülmedi, ikisi de manyaktı çocukların! Gıcık ve şişmanlardı, benim gibi zayıf, çıtı pıtı, avuç içi büyüklüğünde mideye sahip bebeye, bir oturuşta 3 tabak yemek yedirmeye çalışıyorlardı. Sanırım 1 hafta içinde onların kilosuna ulaşmamı hedeflemişlerdi   Dayımla yengem sürekli sigara içiyordu (günde 3-5 paket), onun kokusu ve aşırı yemek kusmama sebep oluyordu. Yani yemek yiyor, kusuyor, ağlıyordum. Kız olan kuzenim Barbie bebekleriyle birlikte beni de yıkadı küvette, ağzıma burnuma şampuanı doldurunca az kalsın boğulacaktım, banyodan saatler sonra bile baloncuk çıkarıyordum. Altımı ıslattığım kulaklarına fısıldanmıştı, eczane sahibi oldukları için sanırım bu konuda bilinçlilerdi; içi havlu dışı naylon olan donlardan giyiyordum yatarken, sabah işemiş olursam kendim değiştirip, banyoda yıkadıktan sonra balkon demirlerine mandalla tutturuyordum. Alt komşularının bir oğlu vardı benim yaşımda, sık sık yukarı geliyor, atari oynayıp (Mario) el ve ayaklarımızla kapının pervazlarına tutunarak en tepeye çıkma yarışı yapıyorduk. Kim orda daha uzun süre kalırsa diğeri onu dudağından öpüyordu  Kuzenlerimse kendi aralarında manyaklıklar yapıp eğleniyordu; annesinin cüzdanından para yürütüp sigara, çikolata alma, telefonla sağı solu işletme, alt komşunun camına tükürük yarışı, caddeden geçenlerin kafasına su dökme gibi… Bir hafta kadar kaldım orada, eve dönerken çok sevinçliydim, özlemiştim. Ama karşılaştığım manzara şok etkisi yarattı bende! Geleceğim yine…

  

  


 



   



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder