13 Nisan 2016 Çarşamba

EVLATLIK ÇOCUKLUK



              Bir Gün Yine İntihar Ediyorum…



   (Yazar burada sırıtıyor) Binanın çatısındayım, 5 katlı sanırım, birazdan boşluğa bırakacağım kendimi. Aşağıda mızrak uçlu demir parmaklıklar var, Battal Gazi filmlerinden gördüğüm uçlara çakılış anımı hayal ediyorum, hala çocuğum. Belkemiğimden girmiş mızraklar, ikiye katlanmış vücut, saçma sapan bir duruş, kan, vahşet ya da kafatasımdan çıkmış demirler, biri gözümü birkaç metre öteye fırlatmış… Kıç üstü çakılırsam çok acır off offf J Kazıklı Voyvoda’nın esirleri gibi görünürüm herhalde. Bu sahne de Kara Murat’tan galiba, bu kadar tarih! filmi izlersen olacağı bu. Ayy bir de ölmezsem, kıçımda kazıkla hastaneye götürürler, ohaa ambulansta bir daha intihar ederim. Kazığı iyice sokarım ki karaciğerden girsin hassas kalbimi ikiye bölsün. Ölümüm kazık yüzünden olmamalıydı ama işte buraya kadarmış, uçtayım birazdan atlayacağım, deli misin tabi ki de atlayacağım. Yaşama sevincinin zerresi yok içimde, umutlarımı yitirdim, devam edemiyorum, kimseyi sevmiyorum, kimse beni sevmiyor, çok yalnızım… Orada içimde ki sesle mücadele ediyorum “dur” diyor “durdur bunu, yapabilirsin, her şeyin bitmesine çok az kaldı, o kadar sabrettin, az daha dayan”. Bir el saçımı okşuyor ama atlamak cazip geliyor, ani bir kararla kendimi bırakıyorum boşluğa… Düşerken her şeyi her anı gözümün önüne getiriyorum; sevildiğim, güldüğüm, çocuk olduğum anları, oyunlarımı, sevdiklerimi, özlediklerimi, muhteşem güzellikte ki dağları, sabır küpü ağaçları, zarif boynunu güneşe doğru uzatan çiçekleri, masum bakışlı bebekleri, canım kadar sevdiğim hayvanlarımı, kokladığım her kokuyu, sevdiğim her rengi… Düşüyorum ve bir bir vazgeçiyorum hepsinden, ne kadar önemsiz olduğumu kavrıyorum o anda, kimse yok, ölüyorum 30 saniye sonra, kim hatırlayacak beni, kim sevmeye devam edecek, HİÇ KİMSE… ohh be iyi ki ölüyorum o zaman! Ne garip bir dünya burası, siz insanlar ne tuhafsınız, kılık değiştirmiş ruhsuzlar sürüsü… Üzerine giydiği bedenleri hiç olacak ego düşkünleri, canavarlar, yemeye, paraya, zulme doymayan şeytanlar… Kurtuldum sizden! O gün orada öldüm. Ben bugün yaşamıyorum, atladım ve başka bir zamanda başka bir yerde uyandım.


   Yani herhalde öyle olmuştur, sürdürülebilir bir hayat değildi çünkü. Geçen bu anı düşünürken, çatının ucunda duran kendimi imgeledim sürekli. Korkmuş ve vazgeçmiş bir çocuktum, başka birinin ölmesini anlamıştım ama insan kendisi ölünce ne oluyordu onu bilmiyordum, hiç birimiz öğrenemiyorduk yaşarken. Bilmiyordum ama ölmek istiyordum, şimdi ki Ben’e sordum ‘ne yapmalıyım’ diye… “Ona güven ver” dedi. Gittim dedim ki çocuk halime “dur! Durdur bunu, yapabilirsin!!!” saçlarımı okşadım sonra birden irkildim; yıllar öncesine ses veren ben miyim? İçimde duyduğum o ses bana mı ait, güven veren, beni durduran, saçımı okşayan ben!!! İçimde hep tanıdık gelen, mücadele ettiğim o ses benim mi? Zamanda geriye ya da ileriye uzanıp kendimi mi kurtardım? Her seferinde bir sonra ki evreye kendimi taşıyan o umut yine ben miyim? Geçmiş bizi bağlı tutuyorsa gelecek de kendine çekiyor olabilir mi? Interstellar filmini izlediyseniz bu sahne tanıdık gelecektir! Bence ben ölüyüm, belki de hiç doğmadım!!!


    Sonra yine intihar ettim, biraz kanlı oldu tabi… Baktım atlayamıyorum bileklerimi kestim bende, nerden buldum bilmiyorum paslı bir jilet vardı sağ elimde. Sol bileğimde ki o meşhur damarı hırçın hareketlerle parçalamaya çalışıyordum, muhtemelen yine bir filmden gördüğüm kan kaybından nalları dikme hadisesini gerçekleştirmek üzereydim. Çok canım yanıyordu, amına koduğumun dünyasında ölebilmekte yaşamak kadar acı veriyordu. Jilet derinlere doğru indikçe pişman oluyordum, ağlıyordum bir yandan, öyle bir ağlamak yok yalnız! Gözyaşlarımdan başka hiçbir şey göremiyordum, hıçkırıklarım histeriye dönüşmüştü. İlk kanı gördüğüm anda geriye dönüş olmadığını anladım, damarı parçalayıp 20 dakikaya kadar ölmeyi bekleyip bol bol dua edecektim. Bak yine din! Hem intihar ediyordum hem diğer tarafta nasıl hesap vereceğimin kaygısını taşıyordum. Ne manyak bir insandım ben yaa, hiçbir şeyin zevkini çıkaramıyordum, ağız tadıyla öleceğiz şurada Tanrım lütfen karışma! İntiharı yasaklayan sevgili Tanrımız; bana bir irade verdin iyi hoş güzel, yaşarken tüm seçimlerimi o irade sayesinde yaptım; iyiliği kötülüğü, haksızlığı, adaleti, sevgiyi, nefreti seçme şansım hep vardı. Ama neden yaa neden yaşamıma devam etme ya da son verme seçeneğini yasakladın? En çok merak ettiğim hatta binlerce yıldır sorulan o muazzam ‘ölümden sonra ne olacak’ sorusuyla bizi çaresiz bıraktın? Bari bir iki kişi gidip gelsin de ipucu versin, akbil sistemi olursa halka da açarız bu hizmeti zamanla, ohhh Türkler valla piknik tüpünü, mangalını, etini kapar gelir, 300T koyalım hattın ismini de J o değil de tetanos aşım vardı değil mi lan? Yoksa hastalanıp yavaş yavaş ölemem hiç, seri intiharcıyım ben. Kesmeye devam ettim, sonra sıkılıp diğer bileğe geçtim çünkü malım! İntihar etmenin inceliklerini bilmiyorum bir kere, yaa hiç iki bilek kesilir mi? Bu cinayet vakası gibi gözükür, gerçi hoş, benim intiharımda katkısı olan katiller vardı, onlar her yaptıklarını hak zannedip, en iyi kullar olduklarını iddia ediyorlardı ya neyse… Siz iyiyseniz, binlerce çocuğa yardım eli uzatanlar, sokak hayvanlarını doyurmadan evine giremeyenler, bedava bilgi dağıtanlar, ağaçlara sarılanlar, bir kişinin mutluluğu için bin ömür verenler, insanlar huzurlu uyusun diye geceleri nöbet tutanlar melektir o zaman. Sağ elimin bileğini de oydum jiletle bir süre, sonra sıkılıp bıraktım! Birde böyle bir huyum vardı, intihar etmekten sıkılıp yarıda bırakır kitap falan okurdum J Şaka tabi, çok canım yanmıştı, biraz dinlenip devam ederim derken kapı çaldı. Aceleyle bileğimi sardım, kapıdakine küfür edip. Sonra uzun yıllar intiharı düşünmedim, ta ki o beni bulana dek, evet 3 sayısını seviyorum, üçüncü kez intihar ettim ki az kalsın 
başarıyordum…









   Bileğimin ikisinde de asla geçmeyecek küçük izler bıraktıktan sonra bu işin kendini atarak keserek fazla acılı olacağını anlamıştım. Bana dahi basic şeyler lazımdı, izsiz, acısız, ama gürültülü bir şey, mesela ilaçla intihar! Ben yok olmalı geride kalanları da yok etmeliydim, acı çekerek hem yaşamaya devam etmeli, hem de sürünmeliydiler, xxx large ego! Bir gün öğlen teyzem, ben, anneannem otururken intihar ettim, baya çay kahve içip sohbet ediyorduk. Tabi ki kararımı çoktan vermiştim, niye o anda eyleme döktüm bilmiyorum, bir şeyler fazla gelmiş olmalıydı. Başımızın belası ilaç tabletlerinin her evde bol bol olduğu bir dönemdi, mutfak rafları, buzdolaplarının yumurtalık kısımları, başucu komodinleri gel abi beni iç, yok abla beni yut diyen rengârenk haplarla doluydu. Bir kaçını yutulması kolay modeline, bir kaçını rengine göre seçtim, boru mu lan kaç yüz tane hap yutacaktım, biraz şekilcilik hakkımdı tabi. Beyazlardan başladım, saflıktı, temizlikti, başımıza ne geldiyse Ak! olanlardan gelmişti zaten, bardak bardak suyla 10-12 tane ilacı yuttum ohhh. Sonra çişim geldi, e ölüyorum diye gün ortası altıma işeyecek değildim, giderayak insani ihtiyaçlarımı giderdim bir süre daha. Sonra renkli ilaçlara geldi sıra, ne işe yaradıklarını dahi bilmiyordum, onlardan da yuttum epey, evin salonuna döndüm sanki az sonra ölmeyecekmiş gibi. Herkesle vedalaşmadan gitmek ayıp olacakmış gibi sessizce, içimden hoşça kal dedim tek tek yüzlerine bakarak. Kimse duymadı, anlamadı hatta ölümü, kimse benim gibi anlayamazdı… Hayat gailesi devam ediyordu, şuradan biraz mutluluk, buradan biraz zevk, yarım paket margarin, az tuzlu peynir, bir kilo soğan, yeni takım çay bardağı alayım der gibilerdi. Televizyonda bir adam haber sunmakla uğraşıyordu, trafik yine İstanbul’da yoğun diğer illerde önemsizdi, Ankara da bürokratlar bakanlar korumalarıyla dolaşıyordu çünkü ölmek istemiyorlardı. Ama ben ölüyordum, hava biraz bahar biraz yazdı sanırım, çok bekledim, akşam oluyordu. Zaman geçti ve mide bulantısı baş dönmesi dışında bir şey olmadı, yüklendim ilaca yine. Çabucak ölmeliydim çünkü akşam oluyordu, akşam olunca ölemezdiniz burada bayan! Gündüz gözüyle ölün ki millet tabut defin işlerini halletsin, gece gece evin içinde ölüyle ne yapsın bu insanlar? Hayalet mi olacaksın başımıza? Ruhsar mısın sen terbiyesiz kadın? Sonra kusup salonun ortasına yığıldığımı hatırlıyorum, uyandığımda kolumda serumla hastanedeydim, mal kuzenim Nokia 6600’ın arkada olan kamerasıyla selfie yi icat etmeye çalışıyordu! Bu da gol değildi, hala yaşıyordum amk! Ne ölmez insanmışım yaa… Doktor gözetim altında tutulmam gerektiğini söyleyip, ruh hastası teşhisi koydu. Adam sen daha önce ki intiharlarımda neredeydin? Raporlu deli olmam lazımken insanlar bana dahi muamelesi yapıyor beybisi J Dâhilikle delilik arasında ki o ince çizgiyi çoktan aşmıştım ben, gerçek bir deliydim, ama içeri doğru olan delilerden. Dışarıdan bakılınca fark edilmeyenlerden!!!


   Hikâyenin sonunda intiharı tamamen bırakmış bir Ruhtzu’yla baş başa bırakmak isterdim sizi, hani saf, temiz, kötülük bilmez, hassas, kelebek kıvamında, ama olmadı. Son bir kez daha yaptım… Sonra bu ruh hastalığı durumunu beni çok seven insanlar üzerinde denedim, o kadar az sevilmiştim ki hayatımın önemli bir kısmında, sonradan beni çok sevenleri test ettim hep. Hiç tatmin olmadım. Bir kişinin dahi ilgisi sevgisi bana karşı zerre azalsa hemen fark edip, onu geri kazanmak için çabalayıp duruyordum… Başta söylemiştim bir şey için ne kadar çok çaba sarf ederseniz kaybetme riskiniz o derecede artardı. Kendi haline bırakamadım çoğu kişiyi, en büyük kayıplarımı çocukluk travmalarım yüzünden yaşadım, geldim burada psikolojinizi sikiyorum, affedin :/
Bir intiharımızın daha sonuna geldik okuyucu, bir sonrakine kadar esen kalın :)
 

  
  



    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder