Bir Gün Yine İntihar Ediyorum…
(Yazar burada
sırıtıyor) Binanın çatısındayım, 5 katlı sanırım, birazdan boşluğa bırakacağım
kendimi. Aşağıda mızrak uçlu demir parmaklıklar var, Battal Gazi filmlerinden
gördüğüm uçlara çakılış anımı hayal ediyorum, hala çocuğum. Belkemiğimden
girmiş mızraklar, ikiye katlanmış vücut, saçma sapan bir duruş, kan, vahşet ya
da kafatasımdan çıkmış demirler, biri gözümü birkaç metre öteye fırlatmış… Kıç
üstü çakılırsam çok acır off offf J
Kazıklı Voyvoda’nın esirleri gibi görünürüm herhalde. Bu sahne de Kara Murat’tan
galiba, bu kadar tarih! filmi izlersen olacağı bu. Ayy bir de ölmezsem, kıçımda
kazıkla hastaneye götürürler, ohaa ambulansta bir daha intihar ederim. Kazığı
iyice sokarım ki karaciğerden girsin hassas kalbimi ikiye bölsün. Ölümüm kazık
yüzünden olmamalıydı ama işte buraya kadarmış, uçtayım birazdan atlayacağım,
deli misin tabi ki de atlayacağım. Yaşama sevincinin zerresi yok içimde,
umutlarımı yitirdim, devam edemiyorum, kimseyi sevmiyorum, kimse beni sevmiyor,
çok yalnızım… Orada içimde ki sesle mücadele ediyorum “dur” diyor “durdur bunu,
yapabilirsin, her şeyin bitmesine çok az kaldı, o kadar sabrettin, az daha
dayan”. Bir el saçımı okşuyor ama atlamak cazip geliyor, ani bir kararla
kendimi bırakıyorum boşluğa… Düşerken her şeyi her anı gözümün önüne
getiriyorum; sevildiğim, güldüğüm, çocuk olduğum anları, oyunlarımı,
sevdiklerimi, özlediklerimi, muhteşem güzellikte ki dağları, sabır küpü
ağaçları, zarif boynunu güneşe doğru uzatan çiçekleri, masum bakışlı bebekleri,
canım kadar sevdiğim hayvanlarımı, kokladığım her kokuyu, sevdiğim her rengi…
Düşüyorum ve bir bir vazgeçiyorum hepsinden, ne kadar önemsiz olduğumu
kavrıyorum o anda, kimse yok, ölüyorum
30 saniye sonra, kim hatırlayacak beni, kim sevmeye devam edecek, HİÇ KİMSE… ohh be iyi ki ölüyorum o zaman! Ne garip bir dünya
burası, siz insanlar ne tuhafsınız, kılık değiştirmiş ruhsuzlar sürüsü… Üzerine
giydiği bedenleri hiç olacak ego düşkünleri, canavarlar, yemeye, paraya, zulme
doymayan şeytanlar… Kurtuldum sizden! O gün orada öldüm. Ben bugün yaşamıyorum,
atladım ve başka bir zamanda başka bir yerde uyandım.
Yani herhalde
öyle olmuştur, sürdürülebilir bir hayat değildi çünkü. Geçen bu anı düşünürken,
çatının ucunda duran kendimi imgeledim sürekli. Korkmuş ve vazgeçmiş bir
çocuktum, başka birinin ölmesini anlamıştım ama insan kendisi ölünce ne oluyordu
onu bilmiyordum, hiç birimiz öğrenemiyorduk yaşarken. Bilmiyordum ama ölmek
istiyordum, şimdi ki Ben’e sordum ‘ne yapmalıyım’ diye… “Ona güven ver” dedi.
Gittim dedim ki çocuk halime “dur! Durdur bunu, yapabilirsin!!!” saçlarımı
okşadım sonra birden irkildim; yıllar öncesine ses veren ben miyim? İçimde
duyduğum o ses bana mı ait, güven veren, beni durduran, saçımı okşayan ben!!! İçimde
hep tanıdık gelen, mücadele ettiğim o ses benim mi? Zamanda geriye ya da
ileriye uzanıp kendimi mi kurtardım? Her seferinde bir sonra ki evreye kendimi
taşıyan o umut yine ben miyim? Geçmiş bizi bağlı tutuyorsa gelecek de kendine
çekiyor olabilir mi? Interstellar filmini izlediyseniz bu sahne tanıdık
gelecektir! Bence ben ölüyüm, belki de hiç doğmadım!!!
Sonra yine
intihar ettim, biraz kanlı oldu tabi… Baktım atlayamıyorum bileklerimi kestim
bende, nerden buldum bilmiyorum paslı bir jilet vardı sağ elimde. Sol bileğimde
ki o meşhur damarı hırçın hareketlerle parçalamaya çalışıyordum, muhtemelen
yine bir filmden gördüğüm kan kaybından nalları dikme hadisesini
gerçekleştirmek üzereydim. Çok canım yanıyordu, amına koduğumun dünyasında ölebilmekte
yaşamak kadar acı veriyordu. Jilet derinlere doğru indikçe pişman oluyordum,
ağlıyordum bir yandan, öyle bir ağlamak yok yalnız! Gözyaşlarımdan başka hiçbir şey
göremiyordum, hıçkırıklarım histeriye dönüşmüştü. İlk kanı gördüğüm anda geriye
dönüş olmadığını anladım, damarı parçalayıp 20 dakikaya kadar ölmeyi bekleyip
bol bol dua edecektim. Bak yine din! Hem intihar ediyordum hem diğer tarafta
nasıl hesap vereceğimin kaygısını taşıyordum. Ne manyak bir insandım ben yaa,
hiçbir şeyin zevkini çıkaramıyordum, ağız tadıyla öleceğiz şurada Tanrım lütfen
karışma! İntiharı yasaklayan sevgili Tanrımız; bana bir irade verdin iyi hoş
güzel, yaşarken tüm seçimlerimi o irade sayesinde yaptım; iyiliği kötülüğü,
haksızlığı, adaleti, sevgiyi, nefreti seçme şansım hep vardı. Ama neden yaa
neden yaşamıma devam etme ya da son verme seçeneğini yasakladın? En çok merak
ettiğim hatta binlerce yıldır sorulan o muazzam ‘ölümden sonra ne olacak’
sorusuyla bizi çaresiz bıraktın? Bari bir iki kişi gidip gelsin de ipucu
versin, akbil sistemi olursa halka da açarız bu hizmeti zamanla, ohhh Türkler
valla piknik tüpünü, mangalını, etini kapar gelir, 300T koyalım hattın ismini
de J o değil de tetanos aşım vardı değil mi lan?
Yoksa hastalanıp yavaş yavaş ölemem hiç, seri intiharcıyım ben. Kesmeye devam
ettim, sonra sıkılıp diğer bileğe geçtim çünkü malım! İntihar etmenin
inceliklerini bilmiyorum bir kere, yaa hiç iki bilek kesilir mi? Bu cinayet
vakası gibi gözükür, gerçi hoş, benim intiharımda katkısı olan katiller vardı,
onlar her yaptıklarını hak zannedip, en iyi kullar olduklarını iddia
ediyorlardı ya neyse… Siz iyiyseniz, binlerce çocuğa yardım eli uzatanlar,
sokak hayvanlarını doyurmadan evine giremeyenler, bedava bilgi dağıtanlar,
ağaçlara sarılanlar, bir kişinin mutluluğu için bin ömür verenler, insanlar
huzurlu uyusun diye geceleri nöbet tutanlar melektir o zaman. Sağ elimin
bileğini de oydum jiletle bir süre, sonra sıkılıp bıraktım! Birde böyle bir
huyum vardı, intihar etmekten sıkılıp yarıda bırakır kitap falan okurdum J Şaka
tabi, çok canım yanmıştı, biraz dinlenip devam ederim derken kapı çaldı.
Aceleyle bileğimi sardım, kapıdakine küfür edip. Sonra uzun yıllar intiharı
düşünmedim, ta ki o beni bulana dek, evet 3 sayısını seviyorum, üçüncü kez
intihar ettim ki az kalsın
başarıyordum…
Bileğimin
ikisinde de asla geçmeyecek küçük izler bıraktıktan sonra bu işin kendini atarak
keserek fazla acılı olacağını anlamıştım. Bana dahi basic şeyler lazımdı,
izsiz, acısız, ama gürültülü bir şey, mesela ilaçla intihar! Ben yok olmalı
geride kalanları da yok etmeliydim, acı çekerek hem yaşamaya devam etmeli, hem de
sürünmeliydiler, xxx large ego! Bir gün öğlen teyzem, ben, anneannem otururken
intihar ettim, baya çay kahve içip sohbet ediyorduk. Tabi ki kararımı çoktan
vermiştim, niye o anda eyleme döktüm bilmiyorum, bir şeyler fazla gelmiş
olmalıydı. Başımızın belası ilaç tabletlerinin her evde bol bol olduğu bir
dönemdi, mutfak rafları, buzdolaplarının yumurtalık kısımları, başucu komodinleri
gel abi beni iç, yok abla beni yut diyen rengârenk haplarla doluydu. Bir kaçını
yutulması kolay modeline, bir kaçını rengine göre seçtim, boru mu lan kaç yüz
tane hap yutacaktım, biraz şekilcilik hakkımdı tabi. Beyazlardan başladım,
saflıktı, temizlikti, başımıza ne geldiyse Ak! olanlardan gelmişti zaten,
bardak bardak suyla 10-12 tane ilacı yuttum ohhh. Sonra çişim geldi, e ölüyorum
diye gün ortası altıma işeyecek değildim, giderayak insani ihtiyaçlarımı
giderdim bir süre daha. Sonra renkli ilaçlara geldi sıra, ne işe yaradıklarını
dahi bilmiyordum, onlardan da yuttum epey, evin salonuna döndüm sanki az sonra
ölmeyecekmiş gibi. Herkesle vedalaşmadan gitmek ayıp olacakmış
gibi sessizce, içimden hoşça kal dedim tek tek yüzlerine bakarak. Kimse
duymadı, anlamadı hatta ölümü, kimse benim gibi anlayamazdı… Hayat gailesi
devam ediyordu, şuradan biraz mutluluk, buradan biraz zevk, yarım paket
margarin, az tuzlu peynir, bir kilo soğan, yeni takım çay bardağı alayım der
gibilerdi. Televizyonda bir adam haber sunmakla uğraşıyordu, trafik yine İstanbul’da
yoğun diğer illerde önemsizdi, Ankara da bürokratlar bakanlar korumalarıyla
dolaşıyordu çünkü ölmek istemiyorlardı. Ama ben ölüyordum, hava biraz bahar
biraz yazdı sanırım, çok bekledim, akşam oluyordu. Zaman geçti ve mide
bulantısı baş dönmesi dışında bir şey olmadı, yüklendim ilaca yine. Çabucak
ölmeliydim çünkü akşam oluyordu, akşam olunca ölemezdiniz burada bayan! Gündüz gözüyle
ölün ki millet tabut defin işlerini halletsin, gece gece evin içinde ölüyle ne
yapsın bu insanlar? Hayalet mi olacaksın başımıza? Ruhsar mısın sen terbiyesiz
kadın? Sonra kusup salonun ortasına yığıldığımı hatırlıyorum, uyandığımda
kolumda serumla hastanedeydim, mal kuzenim Nokia 6600’ın arkada olan
kamerasıyla selfie yi icat etmeye çalışıyordu! Bu da gol değildi, hala
yaşıyordum amk! Ne ölmez insanmışım yaa… Doktor gözetim altında tutulmam
gerektiğini söyleyip, ruh hastası teşhisi koydu. Adam sen daha önce ki
intiharlarımda neredeydin? Raporlu deli olmam lazımken insanlar bana dahi
muamelesi yapıyor beybisi J Dâhilikle
delilik arasında ki o ince çizgiyi çoktan aşmıştım ben, gerçek bir deliydim,
ama içeri doğru olan delilerden. Dışarıdan bakılınca fark edilmeyenlerden!!!
Hikâyenin sonunda
intiharı tamamen bırakmış bir Ruhtzu’yla baş başa bırakmak isterdim sizi, hani
saf, temiz, kötülük bilmez, hassas, kelebek kıvamında, ama olmadı. Son bir kez
daha yaptım… Sonra bu ruh hastalığı durumunu beni çok seven insanlar üzerinde
denedim, o kadar az sevilmiştim ki hayatımın önemli bir kısmında, sonradan beni
çok sevenleri test ettim hep. Hiç tatmin olmadım. Bir kişinin dahi ilgisi
sevgisi bana karşı zerre azalsa hemen fark edip, onu geri kazanmak için
çabalayıp duruyordum… Başta söylemiştim bir şey için ne kadar çok çaba sarf ederseniz
kaybetme riskiniz o derecede artardı. Kendi haline bırakamadım çoğu kişiyi, en
büyük kayıplarımı çocukluk travmalarım yüzünden yaşadım, geldim burada
psikolojinizi sikiyorum, affedin :/
Bir intiharımızın daha sonuna geldik okuyucu, bir sonrakine kadar esen kalın :)
Bir intiharımızın daha sonuna geldik okuyucu, bir sonrakine kadar esen kalın :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder