22 Kasım 2018 Perşembe

Lise Genci Ruhtzu





Yaşadım mı sanıyorsun? İlk kendimi anlamaya başladığım günden beri korkunç bir çaresizliğin içindeyim. Çocukken gençken ya da insan olduğunu anlamandan itibaren, neyse işte, sana verilen neyse sen O’sun. Hedefler sunulan, emek verilen çocuklarda başarısızlığın çok düşük olduğunu düşünmüşümdür hep, yanılıyorsam söyle! Kaç tane aile zevklerinden fedakârlık edip evladını yetiştirdi bu ülkede, onbinlerce, kaç tane aile dünyayı anlayıp, gençliğini bir kenara atıp lise, üniversite, yurtdışı eğitimi için varını yoğunu verdi çocuğuna, yüzlerce. Ben lise dönemine geçtiğimde kafama bazı olaylar dank etmişti ama ne çare karşımda ki insanlar bunu görmezden geldiler. Matematik ve fen derslerinde her zaman biraz geriydim, hoş o döneme göre yine takdirlik bir öğrenciydim ama daha çok çalışmam gerekiyordu. Okulda uygun görülen ders saati asla üniversitede istediğim bölümü kazanmama yetmeyecekti. Tam karar verememiş olsam da benim ruhumu tamamlayan meslek radyo-televizyon gibi görünüyordu. Üstelik o yıllarda açılan özel kanalların, radyoların sayısı astronomik rakamlara ulaşmak üzereydi, faydalı bir meslek dalı olmasının yanı sıra popülerdi. Evet Ruhtzu popüler kültürün köpeğiydi her zaman; kıyafetinden tutunda takı, toka, müzik ve filme kadar gördüğüm ne varsa denemek istiyordum, insan olmanın sancıları işte, ille kendi mağaram da stoğum olmalı! Yeni bir kot çıkmış, giyilmeli, Bla Bla sanatçısının yeni albümü piyasada, dinlenmeli, Titanik mi çıkmış, izlenmeli. Gerçi ben bunları rüyamda ya da televizyonda görüp hayallerim de yapıyordum ama olsun. Arkadaşlarım Titanik izledik şöyle güzel böyle etkileyici deyince ‘’amannn sonunda battı işte’’ diye aptalca geçiştiriyordum. Benim tek kaynağım kitaplardı canım kitaplarım, hala doyamam okumalara… Sonunda düşüne düşüne bir çözüm buldum kendimce, hepsi meslek sahibi olmuş (öğretmen, eczacı, avukat) üvey dayılarım ve eşlerine konuyu usulca duyurdum “üniversite için yeterli değilim, ekstra derse ihtiyacım var”. Hemen el attılar sağ olsunlar,  bu çocuk zeki üstelik okula devam etmeye istekli, gelin dershaneye yazdıralım (her ay Almanya’dan alınan eğitim maaşından herkesin haberi vardı). Üvey annemin yerine korkunç kahkahayı siz atın burada okuyucu; kızım sen kiminle dans ediyorsun, senin karşında ki kim!!! Bu kadın yer mi bunları, baskıyı çok iyi bir hamleyle bertaraf etti “bizim bunu karşılayacak maddi durumumuz yok, siz ödemek istiyorsanız gönderelim ödeyin” dedi. Tabi o cesaret hiç kimsede yok, Almanya işini de açamıyorlar, herkes sus pus oldu. Kolay mı bu devirde çocuk okutmak, ev geçindirmek, ben bir araba dayak yedim neymiş derse ne gerek varmış, benden bir bok olmazmış. Hayırlısı…


Benim içinde yaşadığım topluluğun kadınları ev işi yapan, koca kafalı ama zekâ olarak pek parlak sayılmayan kızları övmeye bayılıyordu. Bilmem kimin kızı bir temizlik yapıyor halının altını bile siliyor, bilmem kim bir cam siliyor ayna ayna! Yerleri nasıl süpürüyor üfüfüüüü tozun zerresini bırakmıyor!  Hiç anlayamadığım şeylerin başında geliyor bu durum; yani bir hanım kızımız elektrik süpürgesinin sapını iyi kavrayıp, tozları çeken üstelik icadı çoktannnn yapılmış o makineyi ileri geri hareket ettirdi diye niye övülür ki? Orta zekâlı bir maymun türüne de versen zaten kullanıyor o kadar alet edevatı. Benim, açık ara en geri zekâlı kuzenlerden biri, en koca kafalı ve memelisi bu arada :) bu konuların mercedesiydi. Ders kitaplarına açıp baktığınız zaman içinde ki grafik ya da resimleri pastel boyayla boyadığını görürdünüz. Fiilleri sorsanız ufo görmüş köylü gibi bakardı suratınıza ama pilav yapmak üstün yetenekleri arasındaydı. Fayansların arasını dişerinizden daha fazla beyazlatmak asli göreviydi, sürekli ne kadar hamarat olduğundan bahsediliyordu. Onun gibi olmadığım için ayıplanıyordum, “benim de derslerim iyi, bu sene yine takdir aldım ehe” demem bir işe yaramadı hiç.  Bu kızın taliplerinden bahsedilip övünüldüğü yıllarda ülkede kadın doktor sayısı 1000li rakamlardaydı. Rahim kanseri çığ gibi çoğalıp bizi öldürürken, ev temizliği çok gerekliydi. Bilinçsizce erkenden evlendirilmiş çocuk gelinler varken cam parlatmak, matematik problemi çözmekten önemliydi. Sanırım toplum bu evlerde çürümeye başladı, günümüze geldiğimde hala aynı senaryoyu görüyor olmak beni ağlatıyor sevgili okuyucu. Tüm kadınlarımıza evde verdikleri emek için teşekkür ediyorum, size sonsuz saygı duyuyorum ama ne olur çağa ayak uydurun. Ya siz insan doğuran ırksınız kendinize gelin! Bu kızcağızın hüzünlü hikayesini ilerde anlatacağım, sonuç olarak kendi başımın çaresine bakmaya karar verdim arkadaşlarımdan aldığım test kitaplarıyla geceleri gizlice ders çalışmaya başladım, üstelik beni üniversiteye göndermeyeceklerini bile bile…


Burayı çok özlemişim.










5 Haziran 2017 Pazartesi

Bugün!!!

Her şey bir gün gerçeğe döner, hayal ettiklerin yoluna serilir... Bugün olduğu gibi.

16 Kasım 2016 Çarşamba

                      



               Sutyen



       Sevgili dostlar ergenlik dönemine giren her genç kızın rüyası sutyenler hakkında kesin bilgi veriyorum; çok gereksizler! Memelerim baş verip vücudumun orta yerinde özgürlüğünü ilan edince ne yapacağımı şaşırdım. Şaşırdım çünkü, çocukluğumdan beri atlet giyen insan evladı olarak, hangi beden hangi çeşit sutyen alınacağını bilmiyordum. Bu üreticiler de sıcak paranın bayan giyiminde olduğunu anlayınca ipin ucunu kaçırmayı bırak bildiğin sikmişler. Vicdansızın çocuğu altı üstü iki meme ucunu kapatacak bir şey için o kadar çeşit yapılır mı? Kara kara düşünmeye başladım, ben nasıl bir sutyene sahip olmalıydım? Biliyorsunuz para sıkıntım var yani onlarca çeşit arasından en kullanışlı olanına karar verip bir tane satın alacağım. Güç bela harçlıklarımı biriktirip piyasa araştırması yapıp iç çamaşırcının yolunu tuttum. Yanıma da benden daha geri zekâlı bir arkadaşımı aldım ki iyice mallaşalım oralarda. İç çamaşırcı dedim çünkü yıl henüz 2000’ler bile değil, sağda solda tuhafiye yüncü müncü ne kadar kıytırık dükkân varsa iç çamaşırından tutun da bisiklet pompasına kadar alakasız her şeyi bir arada satıyorlardı. O dükkanlara girdiğinizde kaybolan babaannenizi bir köşede bulma olasılığınız çok yüksekti, çiniler falan vardı sağda solda, İkea’nın minimal hali yani! Neyse biz gittik, daha bir hafta önce soğuktan dikleşip belli olan meme uçlarım için dayak yemiştim, evde niyeyse kimsenin aklına “bu kızın ergenliği başladı, sutyen falan alalım” demek gelmiyordu. Çamaşır satan teyze bin bir çeşit sutyeni raflardan indirip önümüze sermeye başladı, fantezi olarak kullanılanlardan tutunda içine kafamın sığacağı 105 bedenlere kadar hepsini inceledik. Israrla sade bir model alacağımı söylesem de bana mısın demedi, be kadın bırak bizi gidelim! Hatta bir ara “aç bakıyım göğüslerini ben bilirim hangi model olacağını” diye tutturdu… Arkadaş zaten minicik memelerim var, ver oradan bir 75 beden sen mesut ben mesut ayrılalım. Yanımdakine soruyorum o doğuştan salak zaten! En nihayetinde yarısı dantel yarısı penye bir model de karar kıldım, o dakikadan itibaren Allah benim belamı verdi tabi. MAL Ruhtzu! bir şey alıyorken denenir davar! Eve giderken yolda arkadaşımdan ayrılıp elimde ki paketlerden kurtuldum, apartmana girince sutyeni götüme sokup sakladım. Korku nelere kadir işte, küçücük bir saç tokası dahi alsam dayak yiyordum. Aslında açıklaması gayet basit bir sutyen olayını bile gizleyerek hayatıma devam edecektim. Evde kimse yoktu arada şans bana da gülecekti elbet J Heyecanla aynanın karşısına geçip çılgın memelerime sutyeni taktım ama o da ne! Aldığım şey asıl kapatması gereken yeri kapatmıyor, alt kısımlar penye ortadan itibaren dantel olan benim canımmmm ilk sutyenim koyu renk meme uçlarımın yarısını açıkta bırakıyor. Üreticilere tekrar küfür ediliyor burada… Beyaz okul gömleğim ve açık renk giysilerimin altından çok vahşi görüneceği garanti. Aldığım yerde ki teyze üstüne basa basa iç çamaşırında iade ve değişim olmadığını belirtmişti, yine olan bana oldu. Pratik zekalı olmakla övünen Ruhtzu bu sefer nasıl bir çözüm bulacak? Sutyeni iade etmeyi başaracak mı? Üvey annesi sutyen giydiğini tek bakışta anlayacak mı? Okul da alay konusu olacak mı? Azzzzz sonra J J (bunlar hep Televole kültürü).   















     El mecbur giydim o lanet şeyi hatta uzun yıllar memelerimi sardı, aklıma peçete koymaktan başka bir çözüm gelmedi. Birkaç sefer sıcaktan ya da başka bir sebeple peçeteler düştüğünde “göğsün görünüyor” uyarısını aldım, okulda, markette, misafirlikte… İnsani olarak düşündüğümde bizler güzel varlıklarız, akıllıyız, tüm vücut parçalarımız kullanışlı ve yerli yerinde, bazılarımız da eksik olan tek şey vicdan sanırım. Göğüslerim büyümeye başlayıp vücudum geliştiğinde en çok korktuğum şeylerden biri bıyıklı orta yaş amcalardı! Bu coğrafyanın mı yoksa tüm dünya erkeklerinin mi tutkusudur bilmiyorum ama kadın olmadan anlayamayacağınız bir durum. Genç yaşta ki kadınlara taciz andropozun gereklerinden biri mi? Yoksa erkekler zayıf iradelilerde hep çok güçlüymüş izlenimi mi veriyorlar? Taciz güç gösterisi mi? Bilemiyorum Altan bilemiyorum! Biz kadınlar niye böyle evrildik, erkekler nerde sapıttı? Sokakta yürürken fark ettiğim içli bakışlar, bıyık bükmeler tenhalarda el ile tacize kadar varıyordu. Hatırladığım en net iki olayın birincisinin kahramanı aile dostumuz bir amcaydı. En sık görüştüğümüz insanlardı ve kendilerinin de iki kız çocuğu vardı. Bir akşam onlarda otururken hayatını bana iş buyurmaya adamış üvey annem çayları benim doldurmamı istedi, kalkıp tepside çayları dağıtmaya başladım. Topluluğun bir kısmı balkonda oturuyordu ve bu beyaz saçlı amca bey içeride ki koltuğu tercih etmişti, çayını vermek üzere eğildiğim sırada sağ mememi avucunun içinde ezmesi aynı anda oldu! Çığlık attım geriye doğru sıçrayıp ama kimse fark etmedi, bakakaldım onun yüzüne. Bana neden böyle bir şey yaptığının izleriniz arıyordum bulamıyordum, şehvetten kızarmıştı, Türk filmi kötü karakterlerine has bir sırıtışla bana bakıyordu. Gözlerim doldu söyleyecek hiçbir şeyim yoktu, şikâyet edecek sığınacak bir büyüğüm yoktu, hayatım boyunca bunun yükünü taşıyacaktım. Omuzlarım düştü küsüp bir köşeye oturdum, o güne kadar sevdiğim aile bireylerine kızarak bakmaya başladım, böyle bir babaya sahip olduklarını bilseler ne yaparlardı nasıl davranırlardı? Onlara kızmamın ne anlamı vardı, bunu aklımda tutup kendime eziyet etmem ne kadar doğruydu? Yine yuttum sayın okuyucu, zor oldu ama boğazımı yırta yırta yuttum.



      İkinci olay tamamen tesadüfler üzerine kurulu, bir gün yine evde kimse yok, oldukça gereksiz işlerle uğraşıyorum kapı çaldı. Otomatiğe basıp merdivenin başına dikildim, aşağıda orta yaşlarda bir polis memuru babamın ismini okuyordu elindeki kâğıttan. Evde yok diye cevap verdim o sırada memur yukarı çıkmaya başladı, adımı sordu söyledim. Beş dakika içeri geleceğini ve bir şeyler doldurması gerektiğini söyledi, peki deyip içeri buyur ettim, kâğıda yazılar yazarken sürekli soru sordu bana. Birazda polis olmasının verdiği endişeyle hepsini cevapladım sonra kâğıdı bana teslim etti ve gitti. Bizim mallar gelince olanları anlattım, peder bey kâğıdı okuyup hiçbir açıklama yapmadan yüzünü sarkıttı, ne olmuş diye sorunca “sana ne” cevabını alıp oturdum. Birkaç gün sonra markete gitmek üzere evden çıktım ve bizim sokakta ‘tesadüfen’ polis amcayla karşılaştım, bana babamın karakola gidip gitmediğini sordu bende bilmediğimi söyledim ve birlikte yürümeye başladık:

 Polis- Nereye gidiyorsun?

 Ben (bknz. Mal)- Markete.

 Polis- ne tarafta?

 Ben- sokağın ilerisinde.

 Polis- Bende biraz ilerde ki apartmana zarf bırakacağım gel beraber gidelim,  hem sana çok önemli bir şey anlatacağım.

 Ben- Olur.

     İki üç blok ileride ki apartmana girdik, aydınlatmalar düğmeye basarak yakılıyordu, amca basmadı ben hamle yapınca durdurdu ve elimi tuttu. Korkunç derecede bir huzursuzluk hissettim, içimden bağırmak geliyordu ama susuyordum. Biraz zekâsı olan biri oradan kaçarak uzaklaşır ama ben bildiğin geri zekalı donup kaldım, ne kıpırdıyor ne konuşuyordum. Amca ne kadar güzel olduğumdan bahsediyordu, geçen gün ki karşılaşmamızda bana âşık olduğunu eve gidip beni düşündüğünü (31 sanırım), karısından boşanmak üzere olduğunu falan anlatıyordu. Kocaman bir göbeği, bembeyaz saçları vardı, dişleri sigaradan sararmıştı, benimse bedenim tecrübesiz ve tazeydi, küçücük ellerim avucunun içinde kayboluyordu, hoşlandığım çocuklar benim yaşıtımdı, utangaçtık, hayallerimiz vardı, saftık, başkaları üzerinden şehvetimizi söndürmeye henüz başlamamıştık. Aşkı anlamaya çalışıyorduk ve çocuk-genç arası bir şeydik. Amcaya “amca” diye hitap ettim aklımı başıma toplayıp, elimi çektim elinden ve eve geç kaldığımı beni merak edeceklerini söyleyip ışık hızıyla çıktım o karanlık mağaradan. Yine gözlerim dolmuştu, başıma gelecek onlarca olaydan habersiz ‘iyi atlattım’ diye düşünüyordum. Eve dönünce tabi ki aptal ebeveynlerime durumdan bahsetmedim, onlar her şeye yasak koyup, beni eve hapsederek, duygularıma özen göstermeden hırpalayarak çok iyi anne-baba olduklarına iddia ediyorlardı. Benim hayat duvarıma bir taş daha eklenirken onlar hata sayısını çoğaltıyorlardı…


    Bugünlerde insanların gözünün içine bakıyorum, kim acaba bu diye? Hangisi gerçek kişiliği, şimdi hangi rolünü oynuyor? Issız yerlerde hangi sapkınlığı sergiliyor? Kendiyle kaldığında kimleri öldürüyor hayalinde? Kimlerle sevişiyor? Dünyanın neresine mucizeler dağıtıp neresine ölüm saçıyor? Ben olsaydım dediğim liderler bugün de sahneye çıkıp ne mükemmel olduklarını kanıtlayacak mı? Yoksa piyonlarıyla oynamaya devam mı edecekler?



     Kimin ben, kimiz biz?




  





  

17 Ağustos 2016 Çarşamba

         

         Flaş Flaş Flaş!!! Ruhtzu Ergen mi oldu?



     Mutsuzum, her gittiğim yerde taşıdığım yükler artıyor, her insanda her işte bu böyle. Hem mutlu olmanın ne demek olduğunu bilmiyorum ki nasıl olayım? Ben mutsuz bir çocuktum, çok kısa anların dışında genel olarak acı çekiyordum. Karakterim tam tersini söylüyordu; hareketli, esprili, hayat veren yanlarım ağır basıyordu ama bir evin içinde aile değilseniz, sürekli hırpalanıyorsanız bu özelliklerin hiçbir faydası yok azizim. Adım adım ergenliğe gidiyordum, başıma ne geleceğini bilmiyordum. Arkadaşlarımdan ve fen dersinden öğrendiğim kadarıyla artık adet görüp gelişmeye başlayacaktım. Örneğin; memelerim olacaktı ve şu reklamlarda ki meşhur pedlerden her ay almam gerekecekti, yetişkinlik kuralı olarak bir meslekte karar vermem gerekiyordu (ben her şey olmak istiyordum! Doktor, avukat, bilim insanı, yazar ! ) Ben mal gibi kitap okuyup daha çok şey öğrenme çabası içindeydim, daha önemli sorularım vardı! Niye buradayım, niye hayattayım, niye yaratıldım, ne yapmam gerekiyor? Bir görevim mi var? Öyle ya burada sap gibi dikilmek için gelmedim herhalde, sorduğum zaman bunları hiç tatmin edici bir cevap alamadım. Hep dinle yanıt verdiler, Allah yarattı, iyi bir kul ol, namaz kıl, oruç tut, cenneti garantile! Tamam da niye amk! Bunların hiçbiri yetmedi…



  Bir gün hiç istemediğim halde ergen oldum, ağlama krizlerim iki katına çıktı. İlk intiharı denediğim zamana denk gelir ki ne hikmetse hiç ölmedim. Sadece bir araba kazasıyla aynı güne denk gelen ilk adet kanamamın vermiş olduğu acı ve kazanın şiddetiyle öldüm sandım. Kasabadan şehre dönüyorduk nasıl olduğu hakkında bir fikrim yok, kardeşim çok küçüktü ona bir şey oldu diye ağlamaya başladım, yüzüm ellerim kan içindeydi, çocuğun üzerinde kan vardı, bacak aramdan kan sızıyordu, kafamı çevirdiğim her yer kandı. Annemin koltuğu ayaklarımın üzerinde garip bir açıyla duruyordu ve ayağım çok acıyordu, bana soluk yeşil gözlerini dikmiş ağlama diyordu sürekli, ağzımda takır tukur bir şeyler vardı, tüm dişlerim kırılmış olmalıydı (cammış). Bir kaçını yutmak zorunda kaldım, susup ne olacak diye beklerken hiç tanımadığım biri beni kucaklayıp bir arabaya koydu, kardeşimi yanıma verdiler. En son annem gelip ‘acile’ diye komut verdi, elimde bir bezle yüzüme bastırıyordum acıyla. Yüzümü açıp açıp ‘ne yapacağız şimdi’ diye dövünüp durdu yol boyunca, ne demek istediğini hastaneye gidince anladım; yüzümde ve ense kısmımda cam kesikleri vardı ve büyük ihtimalle çok korkunç görünüyordu. ‘Dikiş atmayalım mahvolur çocuğun yüzü’ dedi doktorlar ama annem kabul etmedi başka bir operasyonu, niye bilmiyorum. Ağzımda ki camları ancak o zaman tükürebildim, dilimin üstü kesik içindeydi. Yüzümde ki kesikleri düzgün birkaç dikişle kapattı doktor neyse ki, ilerleyen yıllarda sadece küçük bir iz kaldı. İlk günler pansumanı açıp bakıyordum ve cinnete giriyordum, Freddy Krueger’i izlediyseniz bilirsiniz kendimi ona benzetip daha çok kriz geçiriyordum. İşte o gün ilk kan, karın ağrılarıyla beraber gelmişti, ben istemiyordum ama hiç durmadan devam ediyordu, ağlıyordum ve kan görmekten nefret ediyordum. Üstelik sağ memem olduğu yerden dışarı çıkmak için zorluyordu derimi, tişörtüm bile değse canım acıyordu. Günlerce mememin büyümesini izledim, sonra sol tarafta ki de atağa geçti bok varmış gibi. Bu sefer ikisi birden zonklayıp durdu, başım ve karnım ağrıyor, sürekli acı çekiyordum. Ergenliği icat edenin de amına koyayım!


   Şapşal kuzen sürüsünden bir kız benim memelerimin çok büyük olacağını, komik görüneceğini söyleyip duruyordu. Her gördüğünde ölçüleri alıp kendi memesinin daha güzel ve küçük olduğuna karar veriyordu mal. İyice büyüdüğümüzde onunkiler Hollanda ineğiyle yarışacak derecedeydi benimkiler standart Türk kadını memesi oldu, çok güldüm bu duruma.



  Ben o yıllarda çok garip bir kısır döngü içine girmiştim, din, felsefe, materyalist düşünceler, aşk, kadın, erkek kavramları hepsi birbirine girmişti. Her gece yatmadan önce görünmeyen Tanrı’ya dua ediyordum, okulda filozof grubu içinde Erich von Daniken okuyup, ateşli ateşli materyalizmi savunuyor, gece dua ediyor ve ramazanda oruç tutuyordum. Atatürk’ün devrim ve düşüncelerini aklımın bir köşesinde tekrar ediyor, ‘ne zeki adammış, keşke ben de böyle işler başarsam’ diye hayıflanıp duruyordum. Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul edip, Darwin’in evrim teorisini mantıklı buluyordum! Evde ki din baskısı devam ettiği sürece namaz kıldım, arada sureleri unutup içimden Michael Jackson şarkıları ya da 65 milyon yıllık dinozor türlerini geçirdiğim oluyordu. Bunlar hep zekâdan kaynaklanıyor, korkmayın. Biz garip bir coğrafyanın çocuklarıyız; hangi yöne dönsek ardımızda bıraktığımız değerlerin ağırlığı gelir yakamıza yapışır. Solcu olursun anarşist derler, hümanist olursun dönek, muhafazakâr olursun yobaz, batı dersin ahlaksız yaftası, doğu dersin barbar Arap soyu etiketi yapıştırılır alnınıza. Yaa işte kabul edin hepsiyiz, komik ama tüm dünyanın toplam felsefe ve inançlarının bir karışımıyız. Bu olayı şuna benzetirim, cinsiyetçi bir söylem hatta bana göre iğrenç ama kadın için çok söylerler duyarsınız hep; kadın yatakta orospu, sokakta hanımefendi, mutfakta aşçı olmalıdır J Türk ırkı, vatan savunmada Atatürkçü, evde ve toplum içinde dindar, özelde uçuk fantezileri olan bir seks manyağı gibi davranıyor (Müge Anlı izlemiyorum ama duyduğum kadarıyla yenge, kayınbirader, kayınbaba, teyze, bacı Allah ne verdiyse tren olmuş herkes). Net bir kişiliğim varken, böyle dünya karması bir insan olup çıktım sonunda. Belki toplum baskısı çok etkiliyordu beni, içten içe biliyordum ki toplumdan ayrı bir hikâyem, yaşanması milyonda bilmem kaç olacak bir kaderim vardı. Soyutlamayı ben kendim yaparken bir de insanların yapma olasılığı korkutmuştu beni, sakladım tüm hikâyemi, hem de herkesten. Normal olup toplumla hareket etmeye çalıştım yıllar boyu, ne derlerse kabul ettim. Sorgulamayı ya içime bıraktım ya da yetişkinlik çağıma, böylesi daha iyi oldu! Aklımı korumak için kitap okuyup hayal kurmayı tercih ettim, içerde ki dünyamın varlığını sürdürmek zor ama eğlenceliydi. Dışarısı için ezberlediğim bir replik vardı, papağan gibi tekrar edip durdum; Allah tek yaratıcı, İslam barış dini, milliyetçilik en güzel akım, Atatürk yurdu düşmanlardan temizledi, kız çocuğu az konuşur, kızlar erkeklere aşık olur, evlenir, çocuk doğurur, kızlar okursa orospu olur, erkek her zaman haklıdır, erkeklerle oynama sen kızsın, kısa giyinme, başını ört, namaz kıl, oruç tut, cenneti hak et, öyle deme cehennemde yanarsın, kıldan ince sırat köprüsünden geçeceksin, para hırsı kötü bir şey, evlenmeden sevişilmez, sanat şirktir, Allah yolunda öl, az ye, az gül… Ne çirkin kalıplar bunlar, ne kadar meraklıyız tekdüzeleşmeye! Toplum yönetimi berbat bir şey bence, herkesi tek kalıba sok aman soru sormasına izin verme… Bilinç böyle bir şey değil, bir kere soru sorduğun zaman daha çok soru ortaya çıkıyor!



    Ben o yıllarda okulda kendime benzer arkadaşlarımla takılıp, evde sus pus bir ergeni canlandırıyordum. Arkadaşlarım da çoğunlukla rol yapıyordu farkındaydım, arada insan ruhu kaçak yayın yapıyor, çok severim o anları yakalamayı. Hassas bir konu üzerindeyken en kritik noktada benliğini gözler önüne seriyor zavallı insan türümüz. Örneğin; intihar yasak biliyorsunuz konusu bile konuşulmaz, günümüzde instagram da fotoğraf paylaşıp akabinde intihar edenler var. O zamanki arkadaşlarımda benim gibi deneyip başarılı olamamıştı bu konuda, birbirimize açıldığımızda kaçırıverdiler ağızlarından. Hatta bir projemiz vardı; bir evde toplanıp gazı açacak, ayin yapıp, Allah’tan af dileyip öbür tarafta buluşacaktık. Neyse ki gerçekleştiremeden mezun olduk J Bir ruh hastası kolay olunmuyor biliyorsunuz, bir keresinde bira içip sarhoş olunca denize atlamaya karar verdik, hiç birimiz yüzme bilmiyorduk ve asıl amaç kimin kurtulacağının deneyini yapmaktı. Gıcık olduğum bir kız vardı, ‘acaba atlar mı’ diye içimden geçirmişliğim oldu. Sonunda hava kararınca evlere dağıldık, kapıdan girince üvey annem mal mal suratıma baktı, bende aynı mallıkla karşılık verdim. Bir şey söyledi anlamadım, sonunda dayağımı yiyip rahatça uykuya daldım. Teşekkürler yüce insan! Ben olsam, bende beni döverdim J Ergenlik sancılı ve gerzek bir dönem, en çok sesi değişen erkek arkadaşlarıma gülüyordum. Birinci sınıfta sırasına işeyişine şahit olduğum çocuklar, seks hakkında atıp tutmaya, memelerimize bakıp kalçalarımızla ilgili ölçü birimleri saymaya başlamıştı. Ben namuslu, iyi aile kızıydım (seks hakkında sürekli kızlarla tartışıp, dergileri ezberliyordum) bu tip şeylerle ilgim olamazdı, ayrıca ‘çıkmak’ eylemi kaşar kızların işiydi. Biz çıkmazdık kimseyle, anca bakışırdık. Benim grubumdan şirince bir kıza mal bir çocuk haber yollamıştı ‘benimle çıksın’ diye, kızcağızım hüngür hüngür ağladı üç gün boyunca ‘bunu bana nasıl der’ !!! Sanki sevişelim dedi çocuk, yazık valla. Gerçi sonrada bana teklif edip gül yollamıştı, bu da deli midir nedir, bizim grupla ilgili fantezileri vardı sanırım J Kızlar olarak saç baş, regl anıları, Tarkan, Burak Kut’tan bahsedip ders çalışıyorduk, ben arada kızların ilgi duyduğunu bildiğim çocuklarla ilgili hayaller kuruyordum, hatta bir arkadaşımın platonik aşkına bende âşıktım, sonra geçti. Aşkın ne olduğu konusunda bir fikrim yoktu, hoş bulduğum tüm erkek çocuklarına aşığım gözüyle baktım uzun süre, kendi içimde bunun da kavgasını sürdürdüm “şuna aşığım! Hayır, buna daha çok aşığım! Hayır, ötekine aşığım! Pis yalancı hepsine âşıksın J J” Yıllar sonra aşkın ne demek olduğunu öğrendim sonra bir daha mı asla, şimdi yanaşanlara hep böyle söylüyorum ‘kusura bakma, yeni tövbe ettim’. Tuhaf zamanlardı ve o yıllarda yeni bir eyleme başlamıştım; geceleri biyolojik aile bireylerimin isimlerini sayıp, yüzlerini hatırlamaya çalışıyordum, sürekli dua edip görünmeyen Tanrı’dan beni onlara kavuşturmasını diliyordum. İnanılmaz bir hisle bunu yapıyordum, önüne geçemediğim durumlar beni bu yola itmişti: ne yapıp edip evden kaçacak, kendi ailemi bulacaktım! Hayat hakkında hiçbir fikrim yoktu, her şeyin bir sebebi vardı, öğrenecektim…


  Uzak kaldım buradan, üzgünüm. Büyük bir değişimden geçiyorum, bin hücreye bölünüp, bire yolculuk devam ediyor… Sevgiler.






   


   

3 Haziran 2016 Cuma

EVLATLIK GENÇLİK

        



       Hâkim Amca Kurtar Beni Bunlardan!



     Niye mahkeme, avukat, hakim çünkü Ruhtzu ailenin evladı da o yüzden! Üvey ailem benim lanetli olduğuma inanıyordu, cahillik böyle bir şey işte. Asla kendilerinde bir kusur bir eksiklik aramıyorlardı, ne oluyorsa sorumlusu tamamen bendim. Sanırım hayat boyu en sık yaptığımız yanlışlardan biri bu; hatayı en yakınımızda ki birine yükleyip, kendini temize çıkarmak! Kocam bana bunu yaptı, sevgilim şöyle yaptı, patron işten attı, hoca sınıfta bıraktı falan filan… Peki, sen ne yaptın tüm bunlar olurken elin kolun bağlı oturmadın herhalde, bir katkın oldu o olaylarda değil mi? Ben de benim olayımda katkım olmadığını iddia edemem illa ki oldu tek savunacağım şey ‘küçük bir çocuktum’.



       Gerzek ailemin olayına gelirsek; Alman hükümeti binlerce marklık borç çıkarmıştı ve babam götü yanmış kedi gibi dolanıyordu. Üstüne bir de ceza çekecek ya da o cezayı paraya çevirttirecekti mal! Sebebi ise ilk karısının ölümünü bildirmemiş, oradan aldığı malullük maaşını yıllar boyunca çatır çatır yemiş ve her olayda olduğu gibi gerçek bir gün ortaya çıkmıştı. Nasıl oluyordu da tüm bu olaylar benim yüzümden oluyordu o sıralar anlayamıyordum. Şimdi anlıyorum cancağızım; kullandığın her şey insan ya da meta her neyse o kullanılmaz hale gelince nefret uyandırıyor, tiksiniyorsun ondan, sen hala kullanmak istiyorsun ama evrende ki garip düzen ya da karma! buna izin vermiyor. Evde kaos başladığında ezberimde olan davranış şekilleri de hemen başlardı, hak etmediğim cezalar, dayak, okula göndermemeler, aç bırakılma, tuvalete kilitleme… Bunlar arka arkaya sıralanınca bilirdim ki bir şey olmuş. Hiçbir zaman bilemezdim gerçekte ne olduğunu, kimse açıklama yapmazdı bana. Ben mal gibi eziyetimi çeker ağlar sızlar yalvarırdım, ben onların kefaretiydim, yer içer gezer en lüks kıyafetleri giyer ve sonra beni dövüp rahatlarlardı. Onların dünyasında ben önemsiz bir varlıktım, bir gün evden attılar… Saatlerce sokaklarda dolaşıp geri geldim o kapıya, çok korkunçtu gidecek hiçbir yerim yoktu! Dünya! o uçsuz bucaksız gibi görünen koskocaman dünya da başka sığınağım yoktu ya sokakta ölecektim ya da evde eziyet çekerken. Bana sunulan tüm seçenekler bunlardan ibaretti, çocuktum ve ağlayarak o nefret ettiğim kapının bana açılmasını bekliyordum. Aklım bana hiç çözüm üretmiyordu, buradan kurtulmak için yılların geçmesi, reşit olmam ve haklarımı savunuyor hale gelmem gerekti. “Niye diyordum niye ceza aldım şimdi, bir şey yapmadım ki ben” “daha ne yapacaksın” diyordu kadın “senin yüzünden huzurumuz kalmadı, paramızın bereketi gitti”. Şimdi, ‘civciv beyinli orospu evladı kadın! Çocuk yaşta bir bireyin bunları yapmasına imkân yok, sen bir yerde haksızlık yaptın ya da sana ait olmayan bir şeyleri elde ettin, o yüzden bunlar başına geldi!’ diyemediğim için dayak yiyip ağlıyordum. Keşke ‘kelebek etkisi’ gerçek olsaydı dediğim zamanlar oldu, arada iyi ki yaşamışım bunları dediklerim de oldu tabi… Neyse olaya döneyim, ben o sırada bunların yaşandığını bilmiyordum ama yıllar sonra yine dayım aydınlattı konuyu; borcun altından kalkamayacağını anlayan az zeki babam alman hükümetine dilekçe üzerine dilekçe yazar. Meşhur Almancasıyla döktürür de döktürür ve çok zeki kurumları kandırabileceğini zanneder. Her seferinde ret yanıtı alan ve hapis yolu görünen bıbıcım son çare olarak avukat biriyle ahbap olur, insanları kullanma yeteneğini sergileyerek adama meseleyi açar, avukatta mal değil tabi bundan biraz para alır ve işi çözeceğim der. Çözemez! Çünkü orası koyundan bozma insanların yaşadığı bir ülke değil, adalet hep yerini bulur, hâkimler rüşvet yemez ve ceza yolu açılır. Güç bela ‘yanlış anlaşıldık aman bize merhamet’ diye yalvarırlar da iki dangalak son anda yırtar, köylü kurnazlığı sökmez. Babam alman hükümetine tekrar dilekçe yazar cezayı ikiye böldürür, avukata verdiği parayı da geri ister “sen çözemedin boş yere bir de arayı bozdun” diye. Avukat mal babama “her işin bir fıtratı olduğunu, kazanmak kadar kaybetmenin de riski” cart curt der yani nah çekip parayı ödemez. Babam eli sikinde geri döner eve ve beni dövüp rahatlar. Almanlar para diye sıkıştırır gider borç bulur birinden gönderir sonra eve gelip beni tuvalete kapatır ve rahatlar. Sonra ikinci taksit gelir, arabasını satar, karısının altınlarını satar bir de kur farkından dolayı binlerce mark zarar eder ama yine de gönderir, eve gelip beni dövdüğünü söylememe gerek yok herhalde… Beni o sırada okuldan almaya karar verdiler, haa bu arada okula gittiğim sürece Almanya’dan maaş aldığımı söylemiş miydim? Bahaneleri derslerimin zayıf olmasıydı! İlköğretim sistemli bir okulda olduğum için 5. Sınıftan direkt 6’ya geçmiştim. Dersler çok zorlaşmıştı ve ev işi yapmaktan ders çalışmaya vakit bulamıyordum. Onlar para yüzünden okulu bıraktıracaklardı büyük ihtimal, sonra niyeyse vazgeçti babam. Üvey annem çok diretti hatta okul kıyafetleri alınırken falan büyük olay çıktı evde, babam sanırım maaşı hesaplayıp daha karlı olacağını falan düşünmüştü. Ama annem bu konuda ki isteği yerine getirilmediği için olsa gerek ne zaman elime kitap alsam bir iş buyurdu, derse oturuyordum evi temizletiyordu, yazılım var çalışmam lazım, cam sildiriyordu ve dışarda yağmur yağması bir engel değildi. İnsan zekâsı bir tuhaftır ne yasaksa onu yapmaya meyillidir, komşu çocukları arasında sırf ders çalışsın daha başarılı olsun diye çabalayan aileler vardı. Dershaneler, özel hocalar, ödüllendirme her şey ayaklarına seriliyordu ama başarısızdı hepsi. Ben ortalamaya göre başarılıydım aslında, derslerim zayıf falan değildi bu salaklar karnede 3 ya da 4 görünce “tembelsin” diyorlardı. Ders çalışmak için bir taktik geliştirmiştim; gece onlar yatıncaya kadar uyumuş numarası yapıyordum sonra kalkıp ders çalışıyordum ya da sabah daha erken kalkıp çalışıyordum. Arkadaşlarım arasında kolejli olanlar ya da ders çalışsın diye aileleri tarafından pohpohlananlar sınıfı zar zor geçiyordu. Galiba o sıralar okulun tek kurtuluş olduğunu biliyordum da ondan asılıyordum derslere, yasak olması da beni yönlendirmiş olabilir. En sinir olduğum olay elime ne zaman bir kitap alsam bıraktırıyorlardı. Yaa hadi övüneyim biraz gerçekten zeki bir çocuktum, meraklıydım ve bilgi alabilmek için ölüyordum, sürekli soru soruyordum aklı başında büyüklere. Mesela öğretmen dayım ve yengem korkunç zekâmın farkındaydı ve desteklenirse çok başarılı olacağımı defalarca söylediler bizim mallara. Ama ne çare! mal olmak bunu gerektiriyordu, anlamadılar… Ben ansiklopedileri karıştırdıkça onlar yer sildirdi, ben kitap okudukça onlar çay istedi, çocuk baktırdı ve müthiş zekâm böylece telef edildi. Adım adım ergenliğe doğru gidiyordum, hocalarım sorunlu olduğumun farkındaydı, dayım bazılarıyla görüşmüş aile durumunu ucundan çıtlatmış ve benim üzerime düşmelerini rica etmiş. Bir gün çok sevdiğim edebiyat hocam gelip dedi ki “kızım sen sözlüye çalışamadığın günleri söyle bana çaktırmadan, o hafta kaldırmam başka zaman yaparız”. Gözlerim doldu lan L neredeyse hocama sarılıp ağlayacaktım, onlar öyle dedikçe daha çok çalıştım. İnkâr edemem iyi insanlar da çıktı yoluma hem de çok çok iyi…


  

    Bilmem kaçıncı hayat dersindeyim, bu olayları öğrendiğim zaman ohh iyi olmuş diyemedim, sadece orada ki kendi rolümü sorguladım. Ben olmasam evet bunların hiçbiri olmayacaktı ama almışlardı işte ailemden. Onların seçimi de buydu bence, o parayı almaya devam edip etmemekte seçimleriydi ama dedim ya bir şeyi elde ederken hak edip etmediğimizi düşünmek lazım. Tuhaf bir adalet sistemi var hep var olacak, sen nerede ne yaptığına iyi bak. Karman gelip bulacak seni, seni seni evet seni…







25 Mayıs 2016 Çarşamba

KADINDAN ERKEK - ERKEKTEN KADIN




       Zeki Müren, Edisun, Bülent Ersoy ve daha niceleri




     Zeki Müren! Sevgili paşamız, o muhteşem ses, nağme, zarafet, saç, takılar, kıyafetler… Bir çocuğun aklında yer etmesi için fazlasıyla özelliği vardı ama ben korkmuştum onu ilk kez televizyonda gördüğümde. Nasıl korkmayayım? Sadece kafası, Grundig marka büyük ekranlı televizyonun tamamını kaplıyordu, ben ‘bu amca/teyze dev gibi! beni yutar’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. ‘anne bu amca mı teyze mi’ diye sordum önce tabi ki! Zeki çocuktum J Cevap alamadığımı tahmin edersiniz, ben belli yaşa kadar Zeki Müren ve Bülent Ersoy konusunda cahil kaldım. Kimse onların eşcinsel ya da trans olduğunu anlatamadı, sorun bende değil yine onların zihniyetindeydi. Yaa kardeşim ben kimsenin yatak odasında kimle seviştiğini, fantezilerini merak etmiyorum banane, adam adamdan hoşlanıyorsa niye bu bana dert olsun ki! Kafama takılan şey, erkek sesi çıkarmasına rağmen takı takması makyaj yapmasıydı, tamam Barış Manço da bir sürü yüzük takıp saç uzatıyordu ama onun karısı ve çocukları vardı. Ya Bülent Ersoy’a ne demeli? Bir filminde Gülşen Bubikoğlu’yla sevgiliyken gerçek hayatta bir erkekle evleniyordu! Bunlar o sırada havuz problemlerinden bile zor konulardı, takmadım ama sevmedim o yıllarda ikisini de, şimdi bakmayın bu yazıyı yazarken Zeki Müren dinlediğime, bazı şeylerin değeri geç anlaşılıyor azizim! Zeki Müren’in siyah-beyaz filmlerini izlediğim de kibar güzel sesli bir salon erkeği olduğunu, TRT yayınında şarkı söylerken korkunç göründüğünü düşünürdüm. Saçları acayip gri renkte, kabarık, gözleri keskin ve tehditkâr, el hareketleri ana avrat düz gider tarzdaydı. Bazen niye bu kadar kavgacı olduğunu, hangi sevgiliden intikam aldığını ya da hangi aşkın onu böyle kedere, hırçınlığa sürüklediğini merak ederdim, kendimce bir senaryo yazardım bilinmedik hüznüne. Onun aşkını anlayamayan bir çapkın (kadın mı erkek mi onu tam şey etmiyordum) daldan dala konuyor, gezip tozup gününü gün ediyor bizim saf Zeki evde örgü örüp kahır besteleri yapıyordu. Sonra kıymet bilmeyen zat-ı muhteremin dönüp dolaşıp geldiği aşk, Zeki’nin ki oluyordu ama Zeki yoktu, Zeki gitmişti, nereye? Tahtalıköye! Çok örgü örmekten ve üzülmekten hastalanıp ölmüştü. Allah beni de kahretmesin bu nasıl senaryo lan, bütçesi düşük 3. sınıf Türk filmleri gibi! Yeteneksiz Ruhtzu… Gözleriyle beni yiyen Zeki Müren evimizin baş tacıydı, benim boyumda olan müzik setimizin alt kısmında bir sürü kaseti vardı, babam arada efkârlanınca dinler, uzaklara dalardı. Kime ‘gitmeeee sana muhtacım’ diyebileceğini hayal etmeye çalışırdım, öyle romantik sözler söyleyemeyecek kadar öküzdü çünkü. Zeki Müren’in bana ilk öğrettiği şey; insanlara karşı zarif olmaktı, öyle övgüler dizerdi öyle içten teşekkür ederdi ki yalan olsa bile inanırdınız. Ben biraz patavatsız bir çocuktum (hala biraz var) iki düşün bir konuş olayını pek yapamazdım, güm diye konuya dalar gereksiz yere insanları kırardım (şimdi öğrendim neyse ki). Niye bu kadar zarifti? Doğuştan mı yoksa ailesi mi öyle yetiştirmişti bilmiyorum ama bu hoş davranışı bize bulaştırmış olduğu için müteşekkirim efenim, saygılar efenim, bende size hayranım efenim, alkışlarınızla beni siz yarattınız efenim J. Bir süre sonra çıkmaz oldu televizyona, özel kanalların açıldığı dönemi az buçuk hatırlarım sanki onlar hayatımıza girdi birdenbire zarafet kayboldu ortadan. Tuhaf diziler magazinlerle doldu ortalık, dedikodu sevmeyen! modelde olduğum için pek ilgimi çekmedi bunlar. Bülent Ersoy o yıllarda daha baskın bir karakter oluverdi, ailemin eğlence/gazino düşkünlüğünü biliyorsunuz, evde en çok dinlenenler listesi; Türk Sanat müziği seslendiren herkes, Mozart, Modern Talking, Michael Jackson, Madonna, ud çalan gözlüklü bir adam (adını hatırlayamıyorum), İbrahim Tatlıses, Ricky Martin! Acayip bir karışım, felsefesi olmayan ailemin müzik zevki de yoktu belli ki. Niyeyse sürekli acı çekiyorlardı, en lüks semtte oturup, el âlemin sırtından geçinip, arabalarıyla Türkiye turu yapıyor ve 5 çocuğu trafik kazasında ölmüş insan gibi azap duyuyorlardı! Hiç anlamadım bu durumu ben o sıralar müziğe ve dansa âşık bir çocuktum, Michael’ı Madonna’yı izleyip onlar gibi dans etmeye çalışıyor, bir gün moonwalker ertesi gün Bonita oluyordum. Türkiye’nin ilk vj yi Sezen Cumhur Önal “çikolata renkli sanatçı, kadife sesli aşk kadını, popun kralı zart zurt diyerek televizyondan bana sunuyordu tüm bunları. Tarkan o yıllarda düğün salonunda çıkıyordu büyük ihtimalle J Ben acılı arabesk şarkılar hariç her şarkıyı ezberlemeye çalışıyordum, Michael’ın şarkılarına uydurduğum sözleri duysanız İngilizce lisanından soğursunuz, Madonna’nınkileri biraz biliyordum neyse ki. Robbie Williams, Freddie Mercury, Marc Anthony, Elton John’un ses tonları her zaman derinden etkiledi beni. Michael’ın dansını, Madonna’nın güzel yüzünü, Zeki Müren’in zarafetini ancak ölünce unutabilirim. Sonra bakmayın Balık Ayhan’a döndü de evden çıkamadı falan öylece öldü canım yaa… Bu tayfadan olmayan ama aklımda kalan diğer kişi Ediz Hun, ben onun adını yıllarca Edisun sandım her salak çocuk gibi. Aktör kavramının can bulmuş hali. Türk filmlerinde ki âşık adam rolünü o kadar iyi oynuyordu ki ben her filmde gerçekten o kadına vurgun olduğunu sanıyordum, bir yandan kızıyordum ‘adam bütün kadınları aynı sözlerle kandırıyor’ diye. Saçlarını yana ayırışı, temiz yüzü, sakin ses tonu, hüzünlü bakışı ile top listemde her zaman. Tabi yaşlanınca bir şey kalmadı ama olsun, gençliğine denk gelsem kesin benim kocam olurdu J




     





      Tarkan!!! Benim ilahım, yakışıklı prensim, sesi başka bir âlemden yankılanan pop starım… Bir çıktı televizyona hepimiz ona tapınmaya başladık, buradan 90’lara bakınca bir halta benzemiyor biliyorum ama siz bir de 80’lerden bakın olaya! Bizim için o sırada yakışıklılık, ses, dans, tarz demek Tarkan demekti. Ayrık dişleri komikti ama dağınık saçları, yeşil gözleri değişik bir hava veriyordu yakışıklı yüzüne, Kral tv de klipleri çıksın diye beklemekten çürüdük bee. En güzel albümlerini çıkardı o sırada prens, her şarkısını bilirim hatta bu ülkede herkes en az 2-3 şarkısını ezbere bilir bence. Görüntüsü yıllar içinde daha da doğallaşıp güzelleşti, arada şarkı tarzında değişiklikler yapsa da hep hoş karşılandı. Hala dinlerim tüm albümlerini ‘çaresiz mecbur bu veda’ derken ki bakışını hiç unutmam, ‘kuzu kuzu’ da ki dansını, ‘unuttu dediler’ de ki hüznü… Harbiye de konserine gitmiştim iki kere, yıkıldı ortalık. Ben bir insanın tek kaş işaretiyle binlerce kişiyi peşinden sürükleyebileceğini o gün öğrendim. Kendini yerden yere vuran kızlar vardı ayol, ben yanımda sevgilim olmasa belki sahneye atlardım o kadar J Parti kursa oy vereni çok olur benden söylemesi, belki ilerleyen yüzyıllarda bu bölgenin peygamberi diye anılır tabi din falan kalırsa o zamana kadar… Birileri takmıştı bir ara Tarkan eşcinsel cart curt diye yaa kardeşim insanın sanatı başka bir şey cinsel tercihleri başka bir şey, size neeeee! Benim için Zeki Müren, Bülent Ersoy ya da Freddi Mercury’nin tercihleri önemli değil, sadece çocukken bu olayı ayırt etmem zordu ve öğretilmesi gerekiyordu. Eğer sağlıklı şekilde farkları anlatsalardı yıllarca bocalamak zorunda kalmayacaktım ‘hııı böyleymiş’ deyip kabullenecektim, anlatılmayınca zor oluyor ve daha çok merak ediliyor çocuklar tarafından, bilin yani.


   Bülent Ersoy’un durumuna dönecek olursam; şimdi bu kadından erkek ya da erkekten kadın, sesi güzel ama tarzım değil. Görüntüsüyle ilgili bir sorunu var sanırım, her an Star Wars setine konuk oyuncu olacakmış gibi bir hali var. Benim için bir sorun yok hafta da bir bilemedin iki kere televizyonu ya açarım ya açmam, karşılaşma olasılığımız çok düşük, peki kendisi kendisiyle karşılaşınca ne yapıyor? Bir aynanın önünden geçerken ya da camdan yansımasını görünce ne düşünüyor? İnsan dış görüntüsünden bu kadar nefret edince mi başka bir şeye dönüşme ihtiyacı hissediyor? Doğal haliyle barışık değilmiş hissi uyandırıyor bende, kadın halini mi beğenmedi acaba? Karşılaşma demişken iş yeri sahibi abimin müşterisiydi bir ara, makyajsız görüntüsü yüzünden gece uyuyamadığını söylerdi, o zamanlar komik bulurdum ama şimdi bir yetişkin olarak düşününce içimde yukarı da sorduğum sorular dolaşır oldu. Onları bu şekillere girmeye yönlendiren neydi? Hisleri mi içgüdüleri mi? Eğer yaşasaydı Zeki Müren’le bu konuyu tartışmak isterdim, Bülent Ersoy’la konuşulmaz malum, kadın şarkı söylerken komple saz ekibini yutacakmış gibi asabi, ateş püskürüyor üzerlerine doğru! Ben olsam altıma işerim korkudan J



      Çocukluğumun karakterleri, o zamanlar anlamıyordum ama seviyordum onları. İyi ki dünyaya gelmişsiniz, müziği ve ünlü olmanın o müthiş ağırlığını tercih etmişsiniz teşekkür ederim. Hücrelerime işleyen sesinizi, dansınızı ve zarafetinizi diğer neslime aktaracağım söz veriyorum, sevgiler…

  


















6 Mayıs 2016 Cuma

EVLATLIK ÇOCUKLUK

      

             2. Kuzen Vakası


    Artık biliyorsunuz ne kadar saf bir çocuk olduğumu, kendim nasılsam herkesin öyle olduğunu sanıyorum. Biri bir şey sorduğunda altında art niyet aramadan dürüstçe cevap veriyorum, kimsenin hayatını yargılamıyorum, neyi nasıl yaptığıyla ilgilenmiyorum. En sevdiğim şey hayal kurup mutlu olmak. Hayallerim de kendim gibi saf salak; belime kadar sarı saçlarım varmış, balerin gibi fiziğim, bana çok âşık yakışıklı bir çocuk varmış, kanatlı ata binip mutluluk ülkesine uçmuşuz falan, çok sevdiğim ve beni çok seven ailem olmuş orada, arkadaşlarım (çok yalnızım o sırada), aksakallı! sürekli çikolata veren dedem, bana çorap ören ninem, konuşan köpeğim (üstelik Türkçe biliyor), uçan bisikletim, patenlerim ve bir sürü kırtasiye malzemem varmış… Her gün mutlu olup hayvanlarımla sohbet ediyor, sevgilimle gül bahçelerinde romantik anlar geçiriyormuşuz, atımıza atlayıp karlar ülkesine ya da Beverly Hills’e gidiyormuşuz. Çok çizgi film izlemenin zararları da var tabi! İnsanlık için çok önemli bir buluş yaptığımı falan da hayal etmiştim bir ara… Mutlu olduğum şeylerden biri salıncağa binmekti! Salıncak kurulunca sıra bana gelmiyor diye ağlıyor, kuzenlerim akşama kadar tepemde dikilip beni sallasın istiyordum. Aralarında bana tapanlar vardı onlar yapıyordu çok şükür ama 3’lü kardeş takımı olan gıcıklar sürüsü, yaz tatillerini burnumdan getirmek için yaratılmış gibiydiler, hiç sıra vermiyorlardı. Geçende hepsini stalkladım, niye bilmiyorum! Allah stalku icat edenleri kahretsin, stalklayamadan ateşe atsın, yaa bir başlıyorum birini araştırmaya amcaoğluna kadar gidiyor olay. Kendimi en son, erkek kuzenimin başka bir şehirde üniversite okuyan baldızını stalklarken buluyorum, lanet olsun! Yıllardır görmediğim gıcık kuzen tayfasında hayat gayet sıradan görünüyor, erkek olanı memur, göbekli, karısı Akrep Nalan’dan hallice, birbirinden çirkin iki veledin fotoğraflarından 125 adet var, Rabia işareti koyup durmuşlar sayfalarına. Büyük kız kardeş türban takmış, o da sürekli çocuk resmi koyup durmuş, millete ‘bakın biz nasıl çoğalıyoruz’ demek istiyorlar galiba, erkenden evlenmiş, zaten 7. sınıftayken İngilizce kitaplarını sulu boyayla boyamasından belliydi geri zekâlı olduğu. En çok küçük kız kardeşin evlenip iki çocuk da onun doğurmasına şaşırdım. Lan yaşı benim hesabıma göre şu anda 22 olmalı, ne ara evlendin ne ara o veletleri çıkardın, pes! Doğru dürüst okul yüzü görmedikleri durum bildirimlerinde ki Türkçelerinden anlaşılıyor. Bunların kocalarını tarif edecek olursam; birinin kocasıyla bir fotoğrafı var sanırsın adam az önce 15’i kuşbaşı olmak üzere 30 kişiyi doğramış, diğerinin ki evde güneş gözlüğüyle dolaşan model, bir başkasının kocası ha bire mangala rakıya vurmuş kendini… Birinin karısı niyeyse evde sürekli abiye giymiş saçı telefon kablosu olarak kullanılabilir, birinin çocuğu öküz gibi ama hep ‘minik oğlum’ yazmış altına!  Gerçi kızlar erken evlenmekte haklılar, evde baba figürü despot, anne çok sümsük, gezme yok, erkek yasak, okul desen teşvik eden yok ee ne yapacak evlenmekten başka, ha okul olayını yapan da var. Benim en çok sevdiğim kız kuzenlerden birisi çatır çatır okumuş Ankara’da bir bölümü, meslek sahibi olmuş, yakışıklı kariyer sahibi biriyle de evlenmiş. Canım yaa görünce gözlerinden tanıdım, insanın her şeyi değişiyor, yüzü, boyu posu, huyu ama bir tek gözleri aynı kalıyor. Hüzünlendim uzun yıllar oldu görmeyeli, çok güzel bir genç kız olmuş, ‘bravo’ dedim valla… Bu kızcağızım babasından çok çekmişti biz çocukken, üvey dayım olur kendisi, annesi şu yılanı odunla dürten kadın. Biz ilk karşılaştığımızda 3-4 yaşlarında olmalıydı, kucağımda taşırdım ağır gelirdi, yorulup yere bırakınca küserdi. Benim gibi çift isim mağduruydu evde başka okulda başka adla çağrılıyordu, sebebi anneannesinin bir ismi çok beğenip onu yazdırmaya diretmesi, babasınınsa başka bir ismi beğenip onunla çağırması olmuştu. Dayım gaddar bir insandı, hayvancılığa başlayınca evde tembel tembel yatmanın hayalini kurmuştu ama anne-kız yetişemiyordu işlere. Tüm hayvanların bakımı, bahçe işleri, kardeş avutma, su taşıma, yemek neredeyse hepsini yapıyordu, biraz annesi de eziyordu. Erkek kardeşi olduğunda daha da ezmişlerdi kızı, çocuk bunu dövüyor, küfrediyor, baba sürekli aşağılayıp dövüyor anne pasif kalıyor, arada o da dövüyor. Zeki kızdı, çok severdi beni zamanımız neredeyse beraber geçerdi. Erkeksi bir tarzı vardı, dayım kız gibi davranmasına çok sinirlenirdi! Mesela o yıllarda beni çok arı sokmuştu, ben salya sümük ağlayıp dövünürken onu sokunca hiç etkilenmezdi, gayet soğukkanlı bir şekilde iğneyi çıkartır oyuna devam ederdi. Babası övünürdü bu hareketleriyle. Karate yapardı hep, çoğu çocuğun ondan dayak yemişliği vardır kasabada. Gıcıklar takımını hiç sevmezlerdi, beni onlardan korumaya çalışırlardı anne-kız. Salıncağımızı o kurardı, hiç bıkmadan beni akşama kadar salladığını bilirim. Çeşmeye gittiğimizde çok eğlenirdik, çocukça oyunlar icat eder birbirimizi ıslatırdık. Koç sürüsüyle karşılaşıp tos yememek için kaçtığımızı, kuzuları kucağımızda gezdirişimizi hiç unutmam. Sürekli bitlenirdi bu kızcağız, tavuklardan geçtiğini söylerdi ama dikkat ederdim pek sık yıkamazlardı, haftada bir bilemedin iki haftada bir yıkandığını hatırlıyorum. Diğer kuzenlere gıcık dememin sebeplerine gelirsem; bu mal beyinliler anneleri gibi dedikoducu, kıskanç, iftiracı, yani kısaca fitne fesattılar. O yaşta hepimizin merak ettiği bazı şeyler vardı; sigara içmek gibi! Gaza gelip sigara içmeye karar veriyorduk, çalıyorlardı birinden beraber içelim diyorlardı bizde içiyorduk. Sonra gidip ispiyonluyorlardı anne babamıza, eşek sudan gelinceye kadar dayak yiyorduk ve eşek gelemiyordu bir türlü. Birinin meyve bahçesine sızıyorduk, CIA gibi titiz ve iz bırakmadan meyve çalıp geri çıkıyorduk, adamların kapısını çalıp ‘emmi meyvelerinizi çalıyorlar’ diye yetiştiriyorlardı piçler. Ailenin diğer çocuklarının bunlardan aşağı kalır yanı yoktu ama ‘nefret edilen topluluk’ unvanını hak eden bu kardeşlerdi. Küçücük şeyleri abartıp sürekli şikâyet ediyorlar, herkes dayak yerken sinsice izleyip gülüyorlardı. En vahim olay da başrol yine bendim (şanslıyım biliyorsunuz); aynı kasabadan bir çocukla fingirdiyorum, ne olduğunun farkında değilim her zamanki gibi. Saklambaç oynarken hep aynı yere saklanıyoruz, dansa davette beni seçiyor, dedesinin atına biniyoruz fırsat buldukça, çeşmede orada burada sohbet edip okul hayatımızdan bahsediyoruz falan filan… Yani ne yapacağız o yaşta başka. Gıcık kuzenlerin anne tarafından kuzeni olan başka bir kız bu çocuktan hoşlanıyor ve haber yolluyor bu salaklarla bana ‘Ruhtzu x’le konuşmasın, biz sevgiliyiz’ diye. Ben kıskançlık krizi geçiriyorum ama bozuntuya vermemeye çalışıyorum, ‘parçalayacağım onu, şöyle döverim böyle söverim, banane sevgililerse biz sadece arkadaşız’ zart zurt. Bu sefer benim söylediklerimi kıza iletiyorlar ama şöyle ‘Ruhtzu seni dövecekmiş, x’le aramıza kimse giremez, asıl o konuşmasın x’le’ demişler orospu evlatları. Kız yataklara düşüyor derdinden, çocuk sadece yazları geliyor benim gibi, kışın aynı şehirdeyiz, âşık kızımız sanıyor ki biz çocukla şehirde de görüşüyoruz falan oysa yok öyle bir şey. Kızın anne babası öğreniyor durumu, yemeden içmeden kesilen çocuklarını hastaneye yatırıyorlar, çocukla ben hala flört peşindeyiz her şeyden bihaber. Sonra geliyorlar bizim malların da şahitliğinde benim yaptıklarımı! abarta abarta anlatıyorlar medeniyet bilmeyen anne-babama. En son elinde odunla babamı gördüğümü hatırlıyorum, soluğu dedemlerin evinde alıp yalvar yakar beni saklamalarını istedim. Babam geldi kapıya ama anneannem bana inanmış olmalı ki zar zor ikna edip geri yolladı, bir hafta eve gitmedim. Be gerzek herif beni o odunla dövsen ölürüm bir kere hap kadar çocuğum, ne orospuluğumu bıraktı ne şerefsizliğimi. Hala ne yaptığımı anlamamıştım anneannem ‘erkek çocuklarla öyle gezilip oynanmaz, adın çıkar’ dedi. Bence gayet normal bir şeydi bu, sonuçta okulda da erkekler vardı onlarla oyun oynayıp aynı sırada oturabiliyordum, bunun neresi yanlıştı? Zihniyetinizi sikiyim! Âşık kız iyileşip yurduna döndü sonra, biz hep küs kaldık (geçen gün onu da stalkladım J götüme dönmüş) ilk aşkımı bu olaydan sonra pek görmedim, gelse bile bizimle oynamadı, benim mal ailemle âşık kızın ailesi fena fırçalamıştı küçük çapkını! yıllar sonra yaşadığım şehirde karşılaşıp selamlaştık, gözlerim dolmuştu ama çaktırmamıştım. Kuzenlerle olan ilişkimi kesemesem de en aza indirdim, hiç konuşmadığım zamanlar oldu, onları yok saymayı öğrenmiştim. Bazı şeyleri biraz zor öğreniyorum, insanları bir anda silip atamıyorum, onlar da ben tepkisiz kaldığım için iyice bokunu çıkarıyorlar galiba, affetmeyi seçiyorum hep, ömür boyu kavga edemem, çok yoruldum yaa…



   Gıcık grubunun en büyüğü ve başka bir kız kuzenimin o yıllarda yapmış olduğu garip davranışları anlatayım; bu iki kızdan birinin ailesi aşırı muhafazakâr diğerinin ki sosyetikti. Muhafazakâr olan uzun etekler giyip, namaz kılıyor, sağda solda beni ve dayımın kızını yakalayınca üstümüze çıkıp tepiniyordu. Kızın sürtünme huyu vardı, bunu bazı erkek kuzenlerde söylemişti, sosyetik olan da aynı şeyi yapıyordu. Aslında onun erkek arkadaşı olmasına ailesi izin veriyordu, kolejde okuyan gayet havalı bir kızdı, benden oldukça büyüktü ve sürekli banyo yaptırmak istiyordu. Ben hayır dedikçe anneme şikâyet edip zorla yıkıyordu. Yıkarken ya da geceleri aynı odada yatarken vajinama dokunmaktan geri durmuyordu. Ben utanıp itiraz edince kızıyordu, niye yapıyorsun diye sorduğumda ‘bir şey yapmadığını bunun normal olduğunu’ söylüyordu. Muhafazakâr olan kıza da bir gün sormuştum; ‘sen niye sürtüyorsun oranı bana’ diye, ağlayarak kaçtı yanımdan. Yani erkeksizlikten lezbiyen olmalarına ramak kalmıştı, tabi ben şimdilerde fark ediyorum bunu. O zaman analiz yapacak halim yoktu sadece utanıp korkuyordum, niye korktuğumu bilmiyordum ya da niye utandığımı. Hiçbir şey hissetmiyordum onlar dokununca, yaptıkları şeyin utancını niye taşıyordum? Kimden korkuyordum? Bugün düşününce ancak anlam verebiliyorum; ben bana yapılan çoğu tacizin benim suçum olduğunu düşünüyordum, din eğitimimi hatırlarsanız orada ‘kadın olmanın büyük günah olduğu’ vurgusu vardı. Vajinam ve memem olması suç gibi anlatılmıştı! Ben oraya dayanarak ‘kadın olduğum için bunlar başıma geliyor, sesimi çıkarırsam beni döverler’ korkusuyla susup katlanıyordum her şeye. Erkek olsam bunların hiçbiri olmayacaktı, erkeklik haklı olmak için yeterliydi ülkemizde. Kadınsan içtenlikle kahkaha atamazsın, canının istediğiyle sevişemezsin, açık saçık giyinirsen tecavüze uğrarsın, yalnız yaşayamazsın, erkek fahişe olmadığı için istediğin zaman kerhaneye gidemezsin, içki içemezsin, bara tek başına gitsen aranıyorsundur, gece dışarı çıkamazsın, tacize uğraman normaldir, öyle her işte çalışamazsın, en medeni erkekler bile kendi arkadaş gruplarıyla istediğini yapar ama sen kankilerinle tatile bile gidemezsin… Nasıl zihniyetler bunlar, nasıl pırıl pırıl zekâlar yaa? Kız çocuklarınıza belli bir yaşa gelince cinsel eğitim vermezseniz yukarıda ki örneklerle karşılaşmanız çok olası ve eşcinsellikte size göre günah. Peki ne yapacaksınız? Her şey eğitim cancağızım diyeceksiniz ki; kızım/oğlum cinsellik şöyledir, erken yaşta sevişirsen böyle olur, kontrollü olursan bunu ilerleyen yaşlarda daha sağlıklı yaşarsın, kondom, ilaç bla bla deyip öğ-re-te-cek-si-niz! Başka şansımız yok, çocukları iyi eğiteceğiz sağlıklı bir nesil için, gerisi onlara kalmış artık eşcinsel mi hetero mu olurlar bilemem…



  Arılar demişken bu yaratıklar bir ara bana takıktı, o kadar çok sokuyorlardı ki kraliçe arıyla bile bu kadar sık sevişmiyorlardır J Bilmiyorsanız; erkek arılar en güzel kokulu çiçek özünü kraliçeye taşıyıp döllenmeyle ödüllendiriliyorlar, seçilen arı kraliçeyle çiftleşiyor diğerleri ağzı beş karış açık izliyor J  Kraliçe arıda ki tripleri çok merak ediyorum doğrusu “ayy Faruk krizantem ne ki geçende Mertsu orkide özü getirmişti o gece verdim ona J J” Kır çiçeği özü getiren arı boş zamanlarında çobanlık yapıyor hiç şansı yok, burjuva arılar lale özü taşıyor falan… Neyse ilk arı soktuğunda çok küçük yaştaydım ve üç gün ağladım, ikinci de biraz daha büyüktüm bir gün sürdü, diğer sayısız sokulmada artık ağlamıyor niye olduğunu merak ediyordum. O kadar insan varken niye beni seçiyorlardı, manyaklar mıydı? Benden hoşlanmayabilirler ama iğnelerini topuğuma, göz kapağıma, dirsek ucuma, elimin üstündeki kemiğe (bir de seçtikleri yerler en acı verici olanlar yaa), kulak mememe batırmaları kabul edilemez. Bari gidin arada gıcık kuzenleri sokun o da yok, hep ben hep! Arılar, yılanlar tabi bir de kuzenler yüzünden hayatımın bir kısmı zehir oldu, lanet olsun hepinize J