30 Mart 2016 Çarşamba




Aslında söylediklerimden çok, sakladıklarımda gizliyim.. Siz, en iyisi beni anlamak için konuştuklarımdan çok, sustuklarımı dinleyin...

Ben, cesâret içinde sıkışmış bir korkak; özgürlük arasında hapsolmuş bir tutsağım...

Bir kaç damla gözyaşı akar gözümden; ama ne yapabilirim ki! benim de ruhum kayıp hayatın içinde. Kalbim kırık, paramparça bir halde; ama karanlığın şartı budur, mutlu olmalıyım belki de.

Birgün anlayacaksın beklemenin de işe yaramadığını, bir yere ulaşmadığını. Arkana dönüp bak†ığında, yine aynı duvarı göreceksin.Hiç ilerlememişçesine kendini kandırdığına o zaman inanacaksın. "Geleceğim birgün." diyenler, gelmeyecek hiç. Ya o çok uzakta olacak; ya da sen ulaşılmaz bir yerlerde.

Biri arkadaşının ona daha yakın olması için dua ederse, sence Tanrı ona sıcak sevgiler mi gönderir; yoksa sevmeleri için fırsat mı verir? Biri cesâret için dua ederse, Yaratan ona cesur olabileceği bir fırsat verir.

Geçici asma beni. Kalıcı öldür. Boynumun izi kalsın yüreğinin ipinde..

Gölgeler saklanmıştı soyutsal dünyaya. Kehanetler yükseliyordu bağnaz beyin hücrelerinden alev alev.. Tüm yollar, sonsuzluktan teğet geçiyordu. Psikozdaydı tüm ruhlar, yitişler başladı dipsiz kuyularda. Emanet bırakılan kalpler, kinle dolup taştı. Denizler, maviye düşman olup bulanıklığı seçti. Ağrı gibi gelip geçiciydi umutlar. Terk edilmemiş bir tek yalnızlık kaldı. Aksırıklarında ihtiyarların imdat çağrıları yükseldi. Duyular bilinmeyenin soğuk ruhu tarafından esir alındı. Kaybolanlar kaybolmuşlara rastladı ve masal BİTTİ...

Gün be gün ağlıyor içimdeki çocuk. Gün be gün kan kaybediyor. Yok oldukça içimde eriyor hayallerim. Ne yapmalıyım bilmiyorum. Tüm renkler siyah benim için artık. Ne yapsam, renkli yaşayamıyorum.

Her geçen gün, biraz daha acıyor canım. her geçen gün, biraz daha kan kaybediyor hayallerim. Su alan bir gemi misali, her geçen gün yavaş yavaş batıyorum. Tayfam yok, yolcum yok. Gemiyle birlikte batacak hiç bir şeyim yok. Ne hayallerim, ne umudum ne de yarınlarım.



Hiç bir şey istemem bir parça gülebilmek için. Ağlamak, daha güzeldir. Rahatlar insan ne de olsa. Öyleyse gel sen de bu karanlık ortama.

Huzursuz bir uykudan uyanınca; ya etrafınızdaki karanlığa yenilip, gözlerinizi sımsıkı kapatırsınız. Ya da sadece gözlerinizi açıp, karanlığa alışmasını beklersiniz. Zifiri karanlıktaysanız, tercihinizi yapmışsınızdır.

İtirazlar faydasız. Kimi zaman iftiralar, itirazlardan daha büyük kazanç getirir. İtiraflar ise boynundaki halatı bile bile kendi altındaki tabureyi kendin devirmektir.. Faydasız olduğunu bilerek itiraz ediyorum, kimse dilediğimce şarkı söyleme hakkımı elimden alamaz! Kazancına aldanarak itiraf ediyorum, seni ben sevmedim, martılar sevdi! Son nefesim olacağını bilerek itiraf ediyorum, hiç bir şarkı beni kirpiklerin kadar etkileyemedi!..

Kan kaybediyor hayatım, can çekişiyor hayallerim. Yaşamak zor geliyor artık bana. Nerde hata yaptım diye düşündükçe batıyor her limanda gemilerim.

Karanlık, bir ışıkla dehşet verir aslında; çünkü yalnız kalamazsın gölgen vardır yanında

Karanlık, şart koşmuş yalnızlığı bana; aynama baktım yine kimse yok. Bir kız var sadece ve birkaç su damlası..

Karanlık bir oda; her yer kapkara burada.İşte hayat budur, herkesi beklerim buraya; ama beni yalnız bırakın. Kendiniz de yalnız kalın; ancak bu şartla.

Kötümser bir şekilde bakan yok bana karanlık bakar ama o iyidir aslında çünkü düşünme fırsatı verir insana

Rengarenk tonlarda perdelerle örttüm geceyi artık gece de rengarenk... Sizler, karanlık diye korkuyordunuz ya geceden... Sessiz ızdıraplarınızı, yorgan altı hıçkırıklarınızı, korkularınızı... En önemlisi de, yalnızlığınızı kiminle paylaştığınızı düşünüyorsunuz geceden başka? Gecenin koynunda huzur dolu uykuya dalışlarınızı, yalnızlıktan kaçıp geceye sığındığınız saatlerin sahibini nasıl görmezden gelebiliyorsunuz?

Senli cümlelerin sonunu getiremiyorum. İçinde olduğun her gülümseme, virgül olsun. Kimse noktalamasın seni. Sesini duymak için nefes almadan koşuyorum ve çaresizim. İsminin baş harfi gibi,.dört yönü olan bir yoldayım.

Ufukta bitiyor yüzün ve başka bir gökyüzü başlıyor komşu ellerde. Sarmalanıyorsun, ne kadar övülsen az. "Avazım çıktığı kadar susuyorum."

Varlığında yokluk, yokluğunda beklentilerin en zehirlisi. Sana ise renklerin en koyusunu yokluğumu bırakıyorum. Sana sadece sevgimin en siyahını bırakıyorum. Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide cambazlık yapıyorum. Bu aralar ayağım kayınca çığlıklar, düzgün yürüyünce ise alkışlar kopuyor bir yerlerden!

Yalnızım yapayalnız hayat yolunda belki arkamdan gelenler var ama bakmazlar bana , beni güldürdün ama ağlarım ben bedenim alışmış ne de olsa

Yalnızlık gülümser ekşi ekşi suratıma ben yalnızken ve ağlarken. Demek ki yalnız değilmişim kendimi yalnız sanırken.

Kalbin seni sevmeyeni yaşatsın, ben seninle ölmeye razıyken...

KADINDAN ERKEK


 Mart 15 gibi...

'Dönüp iki kere baktı, iki kere daha sevdim..'

EVLATLIK ÇOCUKLUK

  

                      İlk Cinsellik,Ay,Yıldızlar


   Ruhtzu büyüyor,merak ediyor ama öğrenemiyor, neden? Çünkü okula gitmiyor, bütün kuzenlerim,abilerim,ablam okul denilen binaya giderken peşlerine takılıyorum sonra o gıcık öğretmen tıpış tıpış eve geri yolluyor beni.Ya tamam da bu kadar çocuk içerde ne yapıyorlar, bari biri anlatsın ama yok! Konsey toplantısı sanki...Kardeşim desenize ''bu binaya adım attığın andan itibaren takribi 15 yıl boyunca hayatını sikecekler,cilt cilt kitap ezberletip fasikül fasikül defter doldurup, işe yarar hiç bir bok öğrenemeden seni topluma kazandıracağız''.Valla eve dönüp kardeşimi pataklamaya devam ederdim, başımı her zaman ki gibi belaya sokmaktansa oyunumu oynar,ev işi öğrenir,yaşım gelince kocaya kaçardım.Demedi ki pezevenkler! Meraktan kuduruyorum,anneme yalvarıyorum ''beni okula gönder'' diye, kadıncağız yaşın küçük diyor başka bir şey demiyor. ''ne yapıyorlar orada'' diyorum ''ders çalışıyorlar'' diyor. İyi de ders ne demek? Neyse günlerden bir gün benden bir kaç yaş büyük abim bu soruna çözüm bulduğunu söyledi,dünyalar benim oldu. ''Öğretmenin oğlu seni okula aldıracak ama önce seni öpmesi :))) lazımmış'' diye muhteşem planı tarafıma iletti, hemen kabul ettim. Hayatımda ilk kez öpüşecektim ve farkında değildim.Sanırım çocuk benden 1 yaş büyüktü,konum belirlendi,abim,ben ve şu an hatırlamadığım ama sonradan efso pornocu olma potansiyelli bir çocuk da yancı olarak bizimle geldi. Öğretmenin kızı faciasından beri uzak durduğum, öğretmen temalı ikinci olay. Okulun arka bahçesindeydik, Kubrick filmlerine baş karakter olabilecek çocuklardık. Öğretmenin oğlu dudaklarını yanağıma kondurdu ''oğlum babam böyle yapıyor anneme'' dedi.Ben sakince yatıyordum (5 yıllık öpüşme uzmanıyım sanki). Sonra diğer çocuk da aynı hareketi yaptı, ben de hala tık yok,okula gidecektim ve nasıl bu kadar kolay olduğuna şaşırıyordum ki bir bağırtı koptu. Sanırım biri bizi görmüştü, çocuklar abim de dahil telaşla kaçıştılar (ilk terkedilişim :/ ). Toparlanıp sevinçle hoplaya zıplaya eve gittim, kapıda annem yakaladı ''Ruhtzu okulun arka bahçesinde ne yapıyordunuz kızım?'' ''Anne öğretmenin oğluyla öpüştüm, yarın okula alacaklar beni'' Bana sarılıp ağlamaya başladı kadıncağız ''neden böyle şeyler hep senin başına geliyor?'' ''ama ben okula gitmek istiyorum'' dedim. Götürüp yıkadı beni (hala özlüyorum), sonra da oturdu kendisi yıkandı kadınım... Çok güzel memeleri vardı, yeşil mi mavi mi tam karar veremediğim, bilge gözleri, harika kumral saçları, biraz büyükçe burnu, güçlü omuzları, uzun boyuyla 'Ana' doluydu kadınım, melek şimdi...
Sonuç olarak okula gidemedim ama abim orada olanları anlatacağına söz verdi. Böylece bilgi peşinde koşmaya kararlı karakterim oluşmaya başladı.

   



    
      Hayatım boyunca bir daha sadece televizyonda görebileceğim kar yağışıyla kış başladı.Günlerce evden çıkamadık. Annem babam evde yoktu, geceleri abilerim korkunç hikayeler anlatıp bizi ağlamaktan perişan ediyorlardı. Dedim ya tuhaf insanlardı diye... Sabah dışarı çıkıp, boyumun iki üç katı yüksekliğinde ki kardan duvara küreğin şekilli arkasıyla izler bırakıyordum, ablam kızıp içeri sokuyordu. Kardeşimi kucağında gezdirip avutuyor, yemek yapıyor,evi çekip çeviriyordu. Anneme ikizi olabilecek derecede benziyordu (bu yüzden kıskandım onu hep). Bir gece evde oyunlar oynayıp,kavga edip, ağlayıp zırladıktan sonra zaten dibimizde olan dedemlerin evine gitmeye karar verdik, bizi ne dürttü bilmiyorum. Aile bireyleri tarafından, hali hazırda hepsi aynı meydana bakan evler arasında koridorlar açılmıştı.Günlük iletişim o koridorlar sayesinde sürdürülüyordu; süt alınıp yoğurt yapılıyor, bir evde pişen yemek diğerine götürülüyor, ekmek stoğu evler arasında pay ediliyordu.Ciddi bir kıştan geçiyorduk. Kardeşim ve ben büyüklerin kucağında, sarıp sarmalandıktan ve el ele tutuşup karda kaybolma riskini en aza indirdikten sonra dışarı çıktık. Size manzarayı anlatayım (Van Gogh görseydi daha iyisini çizemezdi); ıssız Anadolu'nun ortası,boyumuzu kat kat aşan kardan duvarlar, koyu lacivert, milyonlarca yıldızlarla dolu bir gökyüzü, dev gibi yusyuvarlak beyaz bir ay, ayın yüzeyinde şahlanmış at üzerinde,kalpaklı,kırbacını şaklatmış bir adam !!! Siluet olarak orada duruyor, Allah çarpsın gördük lan vallahi billahi! Hepimiz çığlık atarak o kareyi birbirimize gösteriyorduk. Dilim tutulmuştu, hayatımın en önemli anını yaşıyordum bilmeden... Koşarak dedemin evine gittik, kapı açılır açılmaz bu doğaüstü olayı hep bir ağızdan anlatmaya başladık. Dedem çıkıp baktı fakat görüntü kaybolmuştu, demokrat bir insandı; Atatürk gibi bir liderin yeniden geleceğini öngördü.(ne yazık ki kaderimiz Özal,Demirel,Tayyip gibi omurgasız siyasetçilerin dönemine denk gelmişti) Bu olayın olduğu zamanları tam kestiremiyorum, 80'lerin ortası geçilmişti, yaşım nüfusta değiştirildiği ve doğum belgem olmadığı için net bir şey söyleyemiyorum ama aklım her anlatılan şeyi alıyordu. Hayal gücüm gelişkindi ama zeki bir çocuktum, abimin anlattığı derslerin çoğunu hatırlıyordum, dünya,ay,yıldız,güneş,kar,yağmur gibi şeylerin ne demek olduğunu biliyordum. Yani bu olayın olmuş olma olasılığı çok yüksekti. Yıllar sonra bu konuyu konuştuğumuzda sadece bir kardeşim hatırlayabildi...Ama ben hep gökyüzüne baktım, bıkmadan,günlerce,gecelerce,aylarca,yıllarca..Hala bakarım bulutsuz zamanlarda, anlamaya çalışırım o tuhaf uzay boşluğunu. Bir şey anlatırlar bilirim,çözmeye çalışırım,bazen soru sorarım,yıldız kayar heyecanlanırım cevap verildi sanarım. İnsanlar beni tuhaf bulur ne var orada neden bakıyorsun derler ''yeryüzünde ilginç bir şey bulamıyorum'' derim. İnsanın insana yaptığı kötülüğün neyini seyredeyim, orada ıssız,merak uyandıran, kocaman bir evren var Allasen, senin fındık kadar beyninle ürettiğin dedikodulara, fesatlıklara niye bakayım (evet ukalayım).












                





EVLATLIK ÇOCUKLUK


                              Abla Bana Külot Diker misin?


    Şimdi bir kaç şey anlatayım; dünyaya ilk baktığım an, benim ben olduğumu ilk hissettiğim an, sanırım parmağımı bir güç kaynağına sokmuştum ve bilincim bedenime yüklenivermişti yada onun gibi bir şeydi.Görüyordum,hissediyordum,kokluyordum,öğreniyordum ve büyüyordum. 3 yaşında olabilirdim, daha az değil belki biraz fazla.Bana verdikleri isimle sesleniyorlardı, ben takma ad kullandığımdan bundan sonra Ruhtzu olarak bahsedeceğim, buna çok takılmayın, burda gerçek bir hikaye okuyacaksınız vatandaş keyfini çıkarın...

      Ben gerçekten var oldum, bizim gerçeklik dediğimiz bu dünyaya geldim,gördüm,gidiyorum.Pek eğlendiğim söylenemez, her insan kadar nankörüm. Oksijen,su,gıda,kıyafetler,insanlar,aşklar,arabalar,içkiler,maddeler sizin gibi beni de mutlu etmedi,arayışım hiç bitmedi hala sürmekte... Neyse efendim arada felsefe yapıyorum hikayem uzunca şöyle; kalabalık bir ailede dünyaya geldim,hala niçin o kadar çocuk yapmış olduklarını anlayamadım (galiba can sıkıntısından), ne ara böyle yalnızlaştım onu da anlamadım. Belki o kalabalık beni yormuştu da ondan yalnızlığı tercih ettim, henüz bilmiyorum sebebini. Benden hariç 7 kardeşim vardı, 5'i erkek 2'si kız küçük,şanssız,yumurcaklar sürüsü,sefiller,Anadolu Türklerinin şehvet gecelerinden türeyen askercikler,gelincikler... Anne baba dediğim 2 adet yetişkin,sıfatları teyze,hala,dayı,amca olarak değişen insan popülasyonunun ortasında buldum kendimi. Hatırladığım nadir şeyler var; bir okul binası,bir ev, bir aile konağı,yanda bir bahçe,ilerde bir çeşme,at,eşek,koyun,inek,hızla akan bir ırmak,o zamanlar bana devasa gözüken bir meydan,bolca kar ve soğuk.
Bir de Allah diye bir şey vardı,herkes ondan bahsediyordu ama ben henüz görmemiştim. O kadar çok kişi O'ndan konuşup anlatıyordu ki en sonunda adını bilmediğim komşu abinin (kıvırcık saçlı,ay yüzlü,uzun boylu) Allah olduğuna karar verdim.Her gördüğüm yerde ona sen Allah'sın diyordum, O ne kadar inkar etsede bence kesinlikle oydu.Çünkü başka aday yoktu. Bu olay yüzünden yıllarca dua ederken hayalimde Allah'ı öyle resmetmiştim.Çok geniş bir hayal dünyam vardı, içime Alice kaçmış olma olasılığı yüksekti.




  Sürekli oyun oynadığım erkek kardeşim (arada pataklıyordum), sürekli peşinde dolaştığım ablam (arada pataklıyordu) en belirgin iki karakterdi. Diğer kardeşler kalabalık ve kafa karıştırıcıydı,ilerde okuyacağınız gibi isimlerini unutmamak için her gece tekrar ediyordum.Anne baba karakterlerini ayrıca anlatacağım, hepsi hayatınız boyunca karşılaşıp tanışmamak isteyeceğiniz Orta Anadolulu gayet cahil,gayet geri kafalı,gayet demokratik!,gayet fakir ama geniş verimli topraklara sahip muhteşem salak insanlardır. Niye yazıyorsun diye soruyorsanız cevaplandırayım; bu hikaye yıllardır kafamın içinde dönüp duruyordu,benim hikayemdi (Orhan Pamuk gibi),gerçekti,bir psikolog bazı kısımlarını bizzat benden öğrendi, siz tamamını bilme hakkına sahip oldunuz...belki de sadece bilinmek istedim.

  Benim hayatımın gizi şu anlattığım doğum yerimle, büyüdüğüm yerde..burada ki olayları çözersem ben ben olabilirmişim gibi geliyor.Serbest bırakırsam bu anıları, daha mutlu,başarılı ve normal biri olabilirim,kendimi severim,insanlar beni sever ve korkunç yalnızlığım biter gibi geliyor. Özenle inşa ettiğim görünmez duvarlarım,koruyucu kalkanlarım yok olur gibi geliyor, insanlara gösterdiğim yanımla göstermediğim yanım barışır belki.Zaten asıl yalnızlığım bundan kaynaklanıyor, ben bir türlü tam olamıyorum,hep yarımı sergiliyorum.

 Size günlük yaşantıdan ve geldiği hayatı öğrenmeye çalışan Ruhtzu'ndan bahsedeyim biraz; küçük köyümüzde içe dönük hayat felsefesi benimsenmişti,zaten kalabalık olan aile, dış dünyayla iletişimini minimum seviyede tutuyordu. Her şeyini kendi üreten aile küçük bir beylik ilan etse hiç tuhaf kaçmazdı (...oğulları olan soyadı gayet uygundu bu duruma).Birbirinden garip insanların oluşturduğu beyliğimiz müzik dinlemekten,dans etmekten,sakince sohbet etmekten,kitap okumaktan pek hoşlanmıyordu.Bunların yerine daha faydalı olan dedikodu yapmak,günde 5 öğün yemek yemek,düzenli olarak kavga etmek,günlük işleri birbirine yıkmak,tuhaf ibadet ritüellerini bıkmadan tekrar etmek gibi etkinlikler yapılıyordu. Hayvan,bağ bahçe bakımları tutulan işçiler tarafından yapılsa da yaşamın gerektirdiği eziyetli,bir sürü daha iş vardı ve en temel özelliği tembellik olan bireyler aralarında paslaşarak bunlardan yırtmaya çalışıyorlardı.Sürekli sofra kurulup kaldırıldığını hatırlıyorum, dağ gibi bulaşıkların arasında oyun oynadığım hala anlatılır.Kendilerinden başka kimseyi umursamayan aile üyelerim bencilliği meziyet sayıyordu ve nedense diğer insanlara karşı çok merhametli olduklarını iddia ediyorlardı, kötülerdi diyemem ama bir İsa peygamberde değillerdi.Sanırım biraz kavram karmaşası yaşıyorlardı,aralarından aldığım rol modelim yok,huy olarak anneme benzetirler beni.Hayat bu kadardı orada,böylesine basit,öylesine yaşanan,doyulan,ölünen, evrende fark edilemeyeceğimiz kadar minnak. Bu durumdan dolayı pek arkadaşım olduğu söylenemez,kuzenler kardeşler arasında kimi yakalarsam onunla oyun icat edip oynamakla geçiyordu tüm günüm. Küçük dünyamızın dışından sadece iki arkadaşım oldu; öğretmenin benim yaşlarımda olan oğlu ve kızı.Kıskançlık duygumun ilk kez ortaya çıktığı lanet kız çocuğu,kıskançlığımın tek sebebi ise külodu olmasıydı! Evet evet bildiğimiz külot..kızın rengarenk külotları vardı ama benim yoktu,benimkiler uzun paçalı,pijama diye tabir ettiğimiz cinstendi,onunkiler renkli,ayıcıklı,minnoş ve küçüktü. Kız her gün gururla eteğini açıp külotlarını sergiliyordu, hayranlıkla o gün ne renk giymiş diye bakıyordum.Hatırladığım en net mücadelem bir külodumun olmasıydı.Kıyafet olarak en sevdiğim tavşanlı,askılı elbisemi giyince altına pijama donlardan giydiriyorlardı, çok sinirleniyordum.Ben öğretmenin kızının külotlarından istiyordum lanet pislikler! Ne vardı benim de küçük pembe beyaz,üzerinde ayıcık  ve sevimli hayvanlardan olan külotlarım olsaydı hıı. Kapitalizmin yayılmaya televizyonların evlere girmeye başladığı yıllardı, bu sistem benim gibi istekleri olan insanları köleleştirmek için formülü bulmuştu; sat satabildiğin kadar,iste isteyebildiğin kadar :) Tabi ki bunlardan zerrece haberim yoktu, yemek ve oyun dışında başka bir şey olmayan saf dünyamda külot telaşına düşmüştüm. Bir külot kaç paraydı,fakir ne demekti,yan komşunun oğlu niye Allah olduğunu kabul etmiyordu? Saçma ama o sırada oldukça zor olan bu soruları çözmeyi kafama koymuştum (ebemi siktiler çünkü,rahatlık hep batar bana).Ergenlik çağlarında olan ablama gidip ''abla bana külot diker misin'' dedim, dünyanın en imkansız şeyini istemişim gibi baktı bana ''kumaş yok'' dedi.Kumaş neydi? Bir süre bunu düşündüm baktım çözemeyeceğim anneme başvurdum, o yetişkin ve bilge bir kadındı, kumaş bulabilirdi. ''anne bana kumaş bul dedim'' gülerek ''ne yapacaksın'' dedi ''ablam külot dikemiyor'' dedim, ''paramız yok'' dedi. aha işte yeni bok bir mesele daha! Para neydi? Büyükler hep çocukların,her şeyi bildiğini zanneder, sanki bize vahiy geliyor bir yerden.Siz anlatacaksınız ben öyle öğreneceğim canım. Başka bir bilge kadına, anneanneme gittim bu sefer ''bizim paramız yok,kumaş alamıyoruz bize alsana'' dedim.Ortalık yıkıldı,aile birbirine girdi..Az kalsın komşu beyliğe savaş açacaklardı, iç işlerimize karışıyorlar diye. Babamın, karısına çoluğuna çocuğuna bakamamasından tutun da fakir oluşumuza kadar bir sürü kavga gürültü çıktı. Bir de kavga çıkınca toplu halde küsüyorlardı, çocuklar da birlikte oyun oynamadı bir süre.Az bir zaman sonra olay yatıştı, özüne inilince parasızlık fikrinin benden çıktığı anlaşıldı, öğretmenin kızının külotlarını anlattım salya sümük, kızla oynamam yasaklandı ve ertesi hafta babam fakirliğin aksini ıspat etmek için güneyde oturan halamı ziyaretinden dönüşte bir kasa turuncu,yenen toplardan (portakal) getirdi. İlk kez Akdeniz iklimini kokladığım andır, önce kabuklarını kemirdiğim de doğrudur :( Külot meselesi de dedemin bize kocaman çanta dolusu kıyafet almasıyla çözüldü, bugün bile nasıl bir sevinçle o küçük pembe külodu giydiğimi hatırlıyorum. Kendimin yanına gidiyorum, dağınık sarı saçlarımı okşayıp öpüyorum ''güven bana, kötü olduğu kadar güzel günlerde göreceksin,hepsi geçecek diyorum.''
















25 Mart 2016 Cuma

HAKKIMDA

Komik bir şeyler anlatmak isterdim ama yaşamım buna izin vermedi.Bende anılarım da esprili bir dil kullanmaya karar verdim.Bazen acıtabilir ama genelde gülümsersiniz.Cinsellik içeren vakalar için şimdiden özür dilerim, hayat boyu ne gördüysem yazmaya karar verdim ki bence Allah benim belamı çoktan verdi :) Hakkımda olan her şey burada, satırların içinde,harfler bana,ben sözcüklere dönüşüyorum...

ERKEKTEN KADIN

KADINDAN ERKEK

EVLATLIK GENÇLİK