Flaş Flaş Flaş!!! Ruhtzu
Ergen mi oldu?
Mutsuzum, her
gittiğim yerde taşıdığım yükler artıyor, her insanda her işte bu böyle. Hem
mutlu olmanın ne demek olduğunu bilmiyorum ki nasıl olayım? Ben mutsuz bir
çocuktum, çok kısa anların dışında genel olarak acı çekiyordum. Karakterim tam
tersini söylüyordu; hareketli, esprili, hayat veren yanlarım ağır basıyordu ama
bir evin içinde aile değilseniz, sürekli hırpalanıyorsanız bu özelliklerin
hiçbir faydası yok azizim. Adım adım ergenliğe gidiyordum, başıma ne geleceğini
bilmiyordum. Arkadaşlarımdan ve fen dersinden öğrendiğim kadarıyla artık adet
görüp gelişmeye başlayacaktım. Örneğin; memelerim olacaktı ve şu reklamlarda ki
meşhur pedlerden her ay almam gerekecekti, yetişkinlik kuralı olarak bir
meslekte karar vermem gerekiyordu (ben her şey olmak istiyordum! Doktor,
avukat, bilim insanı, yazar ! )
Ben mal gibi kitap okuyup daha çok şey öğrenme çabası içindeydim, daha önemli
sorularım vardı! Niye buradayım, niye hayattayım, niye yaratıldım, ne yapmam
gerekiyor? Bir görevim mi var? Öyle ya burada sap gibi dikilmek için gelmedim
herhalde, sorduğum zaman bunları hiç tatmin edici bir cevap alamadım. Hep dinle
yanıt verdiler, Allah yarattı, iyi bir kul ol, namaz kıl, oruç tut, cenneti
garantile! Tamam da niye amk! Bunların hiçbiri yetmedi…
Bir gün hiç
istemediğim halde ergen oldum, ağlama krizlerim iki katına çıktı. İlk intiharı
denediğim zamana denk gelir ki ne hikmetse hiç ölmedim. Sadece bir araba
kazasıyla aynı güne denk gelen ilk adet kanamamın vermiş olduğu acı ve kazanın
şiddetiyle öldüm sandım. Kasabadan şehre dönüyorduk nasıl olduğu hakkında bir
fikrim yok, kardeşim çok küçüktü ona bir şey oldu diye ağlamaya başladım, yüzüm
ellerim kan içindeydi, çocuğun üzerinde kan vardı, bacak aramdan kan sızıyordu,
kafamı çevirdiğim her yer kandı. Annemin koltuğu ayaklarımın üzerinde garip bir
açıyla duruyordu ve ayağım çok acıyordu, bana soluk yeşil gözlerini dikmiş
ağlama diyordu sürekli, ağzımda takır tukur bir şeyler vardı, tüm dişlerim
kırılmış olmalıydı (cammış). Bir kaçını yutmak zorunda kaldım, susup ne olacak
diye beklerken hiç tanımadığım biri beni kucaklayıp bir arabaya koydu,
kardeşimi yanıma verdiler. En son annem gelip ‘acile’ diye komut verdi, elimde
bir bezle yüzüme bastırıyordum acıyla. Yüzümü açıp açıp ‘ne yapacağız şimdi’
diye dövünüp durdu yol boyunca, ne demek istediğini hastaneye gidince anladım; yüzümde
ve ense kısmımda cam kesikleri vardı ve büyük ihtimalle çok korkunç
görünüyordu. ‘Dikiş atmayalım mahvolur çocuğun yüzü’ dedi doktorlar ama annem
kabul etmedi başka bir operasyonu, niye bilmiyorum. Ağzımda ki camları ancak o
zaman tükürebildim, dilimin üstü kesik içindeydi. Yüzümde ki kesikleri düzgün
birkaç dikişle kapattı doktor neyse ki, ilerleyen yıllarda sadece küçük bir iz
kaldı. İlk günler pansumanı açıp bakıyordum ve cinnete giriyordum, Freddy
Krueger’i izlediyseniz bilirsiniz kendimi ona benzetip daha çok kriz
geçiriyordum. İşte o gün ilk kan, karın ağrılarıyla beraber gelmişti, ben
istemiyordum ama hiç durmadan devam ediyordu, ağlıyordum ve kan görmekten
nefret ediyordum. Üstelik sağ memem olduğu yerden dışarı çıkmak için zorluyordu
derimi, tişörtüm bile değse canım acıyordu. Günlerce mememin büyümesini
izledim, sonra sol tarafta ki de atağa geçti bok varmış gibi. Bu sefer ikisi
birden zonklayıp durdu, başım ve karnım ağrıyor, sürekli acı çekiyordum. Ergenliği
icat edenin de amına koyayım!
Şapşal kuzen
sürüsünden bir kız benim memelerimin çok büyük olacağını, komik görüneceğini
söyleyip duruyordu. Her gördüğünde ölçüleri alıp kendi memesinin daha güzel ve
küçük olduğuna karar veriyordu mal. İyice büyüdüğümüzde onunkiler Hollanda ineğiyle
yarışacak derecedeydi benimkiler standart Türk kadını memesi oldu, çok güldüm
bu duruma.
Ben o yıllarda
çok garip bir kısır döngü içine girmiştim, din, felsefe, materyalist
düşünceler, aşk, kadın, erkek kavramları hepsi birbirine girmişti. Her gece
yatmadan önce görünmeyen Tanrı’ya dua ediyordum, okulda filozof grubu içinde
Erich von Daniken okuyup, ateşli ateşli materyalizmi savunuyor, gece dua ediyor
ve ramazanda oruç tutuyordum. Atatürk’ün devrim ve düşüncelerini aklımın bir köşesinde
tekrar ediyor, ‘ne zeki adammış, keşke ben de böyle işler başarsam’ diye
hayıflanıp duruyordum. Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul edip, Darwin’in
evrim teorisini mantıklı buluyordum! Evde ki din baskısı devam ettiği sürece
namaz kıldım, arada sureleri unutup içimden Michael Jackson şarkıları ya da 65
milyon yıllık dinozor türlerini geçirdiğim oluyordu. Bunlar hep zekâdan
kaynaklanıyor, korkmayın. Biz garip bir coğrafyanın çocuklarıyız; hangi yöne
dönsek ardımızda bıraktığımız değerlerin ağırlığı gelir yakamıza yapışır. Solcu
olursun anarşist derler, hümanist olursun dönek, muhafazakâr olursun yobaz,
batı dersin ahlaksız yaftası, doğu dersin barbar Arap soyu etiketi yapıştırılır
alnınıza. Yaa işte kabul edin hepsiyiz, komik ama tüm dünyanın toplam felsefe
ve inançlarının bir karışımıyız. Bu olayı şuna benzetirim, cinsiyetçi bir
söylem hatta bana göre iğrenç ama kadın için çok söylerler duyarsınız hep;
kadın yatakta orospu, sokakta hanımefendi, mutfakta aşçı olmalıdır J
Türk ırkı, vatan savunmada Atatürkçü, evde ve toplum içinde dindar, özelde uçuk
fantezileri olan bir seks manyağı gibi davranıyor (Müge Anlı izlemiyorum ama
duyduğum kadarıyla yenge, kayınbirader, kayınbaba, teyze, bacı Allah ne
verdiyse tren olmuş herkes). Net bir kişiliğim varken, böyle dünya karması bir
insan olup çıktım sonunda. Belki toplum baskısı çok etkiliyordu beni, içten içe
biliyordum ki toplumdan ayrı bir hikâyem, yaşanması milyonda bilmem kaç olacak bir
kaderim vardı. Soyutlamayı ben kendim yaparken bir de insanların yapma
olasılığı korkutmuştu beni, sakladım tüm hikâyemi, hem de herkesten. Normal
olup toplumla hareket etmeye çalıştım yıllar boyu, ne derlerse kabul ettim.
Sorgulamayı ya içime bıraktım ya da yetişkinlik çağıma, böylesi daha iyi oldu! Aklımı
korumak için kitap okuyup hayal kurmayı tercih ettim, içerde ki dünyamın
varlığını sürdürmek zor ama eğlenceliydi. Dışarısı için ezberlediğim bir replik
vardı, papağan gibi tekrar edip durdum; Allah tek yaratıcı, İslam barış dini,
milliyetçilik en güzel akım, Atatürk yurdu düşmanlardan temizledi, kız çocuğu
az konuşur, kızlar erkeklere aşık olur, evlenir, çocuk doğurur, kızlar okursa
orospu olur, erkek her zaman haklıdır, erkeklerle oynama sen kızsın, kısa
giyinme, başını ört, namaz kıl, oruç tut, cenneti hak et, öyle deme cehennemde
yanarsın, kıldan ince sırat köprüsünden geçeceksin, para hırsı kötü bir şey,
evlenmeden sevişilmez, sanat şirktir, Allah yolunda öl, az ye, az gül… Ne
çirkin kalıplar bunlar, ne kadar meraklıyız tekdüzeleşmeye! Toplum yönetimi
berbat bir şey bence, herkesi tek kalıba sok aman soru sormasına izin verme… Bilinç
böyle bir şey değil, bir kere soru sorduğun zaman daha çok soru ortaya çıkıyor!
Ben o yıllarda okulda
kendime benzer arkadaşlarımla takılıp, evde sus pus bir ergeni
canlandırıyordum. Arkadaşlarım da çoğunlukla rol yapıyordu farkındaydım, arada
insan ruhu kaçak yayın yapıyor, çok severim o anları yakalamayı. Hassas bir
konu üzerindeyken en kritik noktada benliğini gözler önüne seriyor zavallı
insan türümüz. Örneğin; intihar yasak biliyorsunuz konusu bile konuşulmaz,
günümüzde instagram da fotoğraf paylaşıp akabinde intihar edenler var. O zamanki
arkadaşlarımda benim gibi deneyip başarılı olamamıştı bu konuda, birbirimize
açıldığımızda kaçırıverdiler ağızlarından. Hatta bir projemiz vardı; bir evde
toplanıp gazı açacak, ayin yapıp, Allah’tan af dileyip öbür tarafta buluşacaktık.
Neyse ki gerçekleştiremeden mezun olduk J Bir
ruh hastası kolay olunmuyor biliyorsunuz, bir keresinde bira içip sarhoş olunca
denize atlamaya karar verdik, hiç birimiz yüzme bilmiyorduk ve asıl amaç kimin
kurtulacağının deneyini yapmaktı. Gıcık olduğum bir kız vardı, ‘acaba atlar mı’
diye içimden geçirmişliğim oldu. Sonunda hava kararınca evlere dağıldık,
kapıdan girince üvey annem mal mal suratıma baktı, bende aynı mallıkla karşılık
verdim. Bir şey söyledi anlamadım, sonunda dayağımı yiyip rahatça uykuya
daldım. Teşekkürler yüce insan! Ben olsam, bende beni döverdim J Ergenlik
sancılı ve gerzek bir dönem, en çok sesi değişen erkek arkadaşlarıma gülüyordum.
Birinci sınıfta sırasına işeyişine şahit olduğum çocuklar, seks hakkında atıp
tutmaya, memelerimize bakıp kalçalarımızla ilgili ölçü birimleri saymaya
başlamıştı. Ben namuslu, iyi aile kızıydım (seks hakkında sürekli kızlarla
tartışıp, dergileri ezberliyordum) bu tip şeylerle ilgim olamazdı, ayrıca ‘çıkmak’
eylemi kaşar kızların işiydi. Biz çıkmazdık kimseyle, anca bakışırdık. Benim grubumdan
şirince bir kıza mal bir çocuk haber yollamıştı ‘benimle çıksın’ diye,
kızcağızım hüngür hüngür ağladı üç gün boyunca ‘bunu bana nasıl der’ !!! Sanki
sevişelim dedi çocuk, yazık valla. Gerçi sonrada bana teklif edip gül
yollamıştı, bu da deli midir nedir, bizim grupla ilgili fantezileri vardı
sanırım J Kızlar olarak saç baş, regl anıları, Tarkan,
Burak Kut’tan bahsedip ders çalışıyorduk, ben arada kızların ilgi duyduğunu
bildiğim çocuklarla ilgili hayaller kuruyordum, hatta bir arkadaşımın platonik
aşkına bende âşıktım, sonra geçti. Aşkın ne olduğu konusunda bir fikrim yoktu,
hoş bulduğum tüm erkek çocuklarına aşığım gözüyle baktım uzun süre, kendi
içimde bunun da kavgasını sürdürdüm “şuna aşığım! Hayır, buna daha çok aşığım! Hayır,
ötekine aşığım! Pis yalancı hepsine âşıksın J J” Yıllar
sonra aşkın ne demek olduğunu öğrendim sonra bir daha mı asla, şimdi
yanaşanlara hep böyle söylüyorum ‘kusura bakma, yeni tövbe ettim’. Tuhaf
zamanlardı ve o yıllarda yeni bir eyleme başlamıştım; geceleri biyolojik aile
bireylerimin isimlerini sayıp, yüzlerini hatırlamaya çalışıyordum, sürekli dua
edip görünmeyen Tanrı’dan beni onlara kavuşturmasını diliyordum. İnanılmaz bir
hisle bunu yapıyordum, önüne geçemediğim durumlar beni bu yola itmişti: ne
yapıp edip evden kaçacak, kendi ailemi bulacaktım! Hayat hakkında hiçbir fikrim
yoktu, her şeyin bir sebebi vardı, öğrenecektim…
Uzak kaldım
buradan, üzgünüm. Büyük bir değişimden geçiyorum, bin hücreye bölünüp, bire
yolculuk devam ediyor… Sevgiler.