17 Ağustos 2016 Çarşamba

         

         Flaş Flaş Flaş!!! Ruhtzu Ergen mi oldu?



     Mutsuzum, her gittiğim yerde taşıdığım yükler artıyor, her insanda her işte bu böyle. Hem mutlu olmanın ne demek olduğunu bilmiyorum ki nasıl olayım? Ben mutsuz bir çocuktum, çok kısa anların dışında genel olarak acı çekiyordum. Karakterim tam tersini söylüyordu; hareketli, esprili, hayat veren yanlarım ağır basıyordu ama bir evin içinde aile değilseniz, sürekli hırpalanıyorsanız bu özelliklerin hiçbir faydası yok azizim. Adım adım ergenliğe gidiyordum, başıma ne geleceğini bilmiyordum. Arkadaşlarımdan ve fen dersinden öğrendiğim kadarıyla artık adet görüp gelişmeye başlayacaktım. Örneğin; memelerim olacaktı ve şu reklamlarda ki meşhur pedlerden her ay almam gerekecekti, yetişkinlik kuralı olarak bir meslekte karar vermem gerekiyordu (ben her şey olmak istiyordum! Doktor, avukat, bilim insanı, yazar ! ) Ben mal gibi kitap okuyup daha çok şey öğrenme çabası içindeydim, daha önemli sorularım vardı! Niye buradayım, niye hayattayım, niye yaratıldım, ne yapmam gerekiyor? Bir görevim mi var? Öyle ya burada sap gibi dikilmek için gelmedim herhalde, sorduğum zaman bunları hiç tatmin edici bir cevap alamadım. Hep dinle yanıt verdiler, Allah yarattı, iyi bir kul ol, namaz kıl, oruç tut, cenneti garantile! Tamam da niye amk! Bunların hiçbiri yetmedi…



  Bir gün hiç istemediğim halde ergen oldum, ağlama krizlerim iki katına çıktı. İlk intiharı denediğim zamana denk gelir ki ne hikmetse hiç ölmedim. Sadece bir araba kazasıyla aynı güne denk gelen ilk adet kanamamın vermiş olduğu acı ve kazanın şiddetiyle öldüm sandım. Kasabadan şehre dönüyorduk nasıl olduğu hakkında bir fikrim yok, kardeşim çok küçüktü ona bir şey oldu diye ağlamaya başladım, yüzüm ellerim kan içindeydi, çocuğun üzerinde kan vardı, bacak aramdan kan sızıyordu, kafamı çevirdiğim her yer kandı. Annemin koltuğu ayaklarımın üzerinde garip bir açıyla duruyordu ve ayağım çok acıyordu, bana soluk yeşil gözlerini dikmiş ağlama diyordu sürekli, ağzımda takır tukur bir şeyler vardı, tüm dişlerim kırılmış olmalıydı (cammış). Bir kaçını yutmak zorunda kaldım, susup ne olacak diye beklerken hiç tanımadığım biri beni kucaklayıp bir arabaya koydu, kardeşimi yanıma verdiler. En son annem gelip ‘acile’ diye komut verdi, elimde bir bezle yüzüme bastırıyordum acıyla. Yüzümü açıp açıp ‘ne yapacağız şimdi’ diye dövünüp durdu yol boyunca, ne demek istediğini hastaneye gidince anladım; yüzümde ve ense kısmımda cam kesikleri vardı ve büyük ihtimalle çok korkunç görünüyordu. ‘Dikiş atmayalım mahvolur çocuğun yüzü’ dedi doktorlar ama annem kabul etmedi başka bir operasyonu, niye bilmiyorum. Ağzımda ki camları ancak o zaman tükürebildim, dilimin üstü kesik içindeydi. Yüzümde ki kesikleri düzgün birkaç dikişle kapattı doktor neyse ki, ilerleyen yıllarda sadece küçük bir iz kaldı. İlk günler pansumanı açıp bakıyordum ve cinnete giriyordum, Freddy Krueger’i izlediyseniz bilirsiniz kendimi ona benzetip daha çok kriz geçiriyordum. İşte o gün ilk kan, karın ağrılarıyla beraber gelmişti, ben istemiyordum ama hiç durmadan devam ediyordu, ağlıyordum ve kan görmekten nefret ediyordum. Üstelik sağ memem olduğu yerden dışarı çıkmak için zorluyordu derimi, tişörtüm bile değse canım acıyordu. Günlerce mememin büyümesini izledim, sonra sol tarafta ki de atağa geçti bok varmış gibi. Bu sefer ikisi birden zonklayıp durdu, başım ve karnım ağrıyor, sürekli acı çekiyordum. Ergenliği icat edenin de amına koyayım!


   Şapşal kuzen sürüsünden bir kız benim memelerimin çok büyük olacağını, komik görüneceğini söyleyip duruyordu. Her gördüğünde ölçüleri alıp kendi memesinin daha güzel ve küçük olduğuna karar veriyordu mal. İyice büyüdüğümüzde onunkiler Hollanda ineğiyle yarışacak derecedeydi benimkiler standart Türk kadını memesi oldu, çok güldüm bu duruma.



  Ben o yıllarda çok garip bir kısır döngü içine girmiştim, din, felsefe, materyalist düşünceler, aşk, kadın, erkek kavramları hepsi birbirine girmişti. Her gece yatmadan önce görünmeyen Tanrı’ya dua ediyordum, okulda filozof grubu içinde Erich von Daniken okuyup, ateşli ateşli materyalizmi savunuyor, gece dua ediyor ve ramazanda oruç tutuyordum. Atatürk’ün devrim ve düşüncelerini aklımın bir köşesinde tekrar ediyor, ‘ne zeki adammış, keşke ben de böyle işler başarsam’ diye hayıflanıp duruyordum. Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul edip, Darwin’in evrim teorisini mantıklı buluyordum! Evde ki din baskısı devam ettiği sürece namaz kıldım, arada sureleri unutup içimden Michael Jackson şarkıları ya da 65 milyon yıllık dinozor türlerini geçirdiğim oluyordu. Bunlar hep zekâdan kaynaklanıyor, korkmayın. Biz garip bir coğrafyanın çocuklarıyız; hangi yöne dönsek ardımızda bıraktığımız değerlerin ağırlığı gelir yakamıza yapışır. Solcu olursun anarşist derler, hümanist olursun dönek, muhafazakâr olursun yobaz, batı dersin ahlaksız yaftası, doğu dersin barbar Arap soyu etiketi yapıştırılır alnınıza. Yaa işte kabul edin hepsiyiz, komik ama tüm dünyanın toplam felsefe ve inançlarının bir karışımıyız. Bu olayı şuna benzetirim, cinsiyetçi bir söylem hatta bana göre iğrenç ama kadın için çok söylerler duyarsınız hep; kadın yatakta orospu, sokakta hanımefendi, mutfakta aşçı olmalıdır J Türk ırkı, vatan savunmada Atatürkçü, evde ve toplum içinde dindar, özelde uçuk fantezileri olan bir seks manyağı gibi davranıyor (Müge Anlı izlemiyorum ama duyduğum kadarıyla yenge, kayınbirader, kayınbaba, teyze, bacı Allah ne verdiyse tren olmuş herkes). Net bir kişiliğim varken, böyle dünya karması bir insan olup çıktım sonunda. Belki toplum baskısı çok etkiliyordu beni, içten içe biliyordum ki toplumdan ayrı bir hikâyem, yaşanması milyonda bilmem kaç olacak bir kaderim vardı. Soyutlamayı ben kendim yaparken bir de insanların yapma olasılığı korkutmuştu beni, sakladım tüm hikâyemi, hem de herkesten. Normal olup toplumla hareket etmeye çalıştım yıllar boyu, ne derlerse kabul ettim. Sorgulamayı ya içime bıraktım ya da yetişkinlik çağıma, böylesi daha iyi oldu! Aklımı korumak için kitap okuyup hayal kurmayı tercih ettim, içerde ki dünyamın varlığını sürdürmek zor ama eğlenceliydi. Dışarısı için ezberlediğim bir replik vardı, papağan gibi tekrar edip durdum; Allah tek yaratıcı, İslam barış dini, milliyetçilik en güzel akım, Atatürk yurdu düşmanlardan temizledi, kız çocuğu az konuşur, kızlar erkeklere aşık olur, evlenir, çocuk doğurur, kızlar okursa orospu olur, erkek her zaman haklıdır, erkeklerle oynama sen kızsın, kısa giyinme, başını ört, namaz kıl, oruç tut, cenneti hak et, öyle deme cehennemde yanarsın, kıldan ince sırat köprüsünden geçeceksin, para hırsı kötü bir şey, evlenmeden sevişilmez, sanat şirktir, Allah yolunda öl, az ye, az gül… Ne çirkin kalıplar bunlar, ne kadar meraklıyız tekdüzeleşmeye! Toplum yönetimi berbat bir şey bence, herkesi tek kalıba sok aman soru sormasına izin verme… Bilinç böyle bir şey değil, bir kere soru sorduğun zaman daha çok soru ortaya çıkıyor!



    Ben o yıllarda okulda kendime benzer arkadaşlarımla takılıp, evde sus pus bir ergeni canlandırıyordum. Arkadaşlarım da çoğunlukla rol yapıyordu farkındaydım, arada insan ruhu kaçak yayın yapıyor, çok severim o anları yakalamayı. Hassas bir konu üzerindeyken en kritik noktada benliğini gözler önüne seriyor zavallı insan türümüz. Örneğin; intihar yasak biliyorsunuz konusu bile konuşulmaz, günümüzde instagram da fotoğraf paylaşıp akabinde intihar edenler var. O zamanki arkadaşlarımda benim gibi deneyip başarılı olamamıştı bu konuda, birbirimize açıldığımızda kaçırıverdiler ağızlarından. Hatta bir projemiz vardı; bir evde toplanıp gazı açacak, ayin yapıp, Allah’tan af dileyip öbür tarafta buluşacaktık. Neyse ki gerçekleştiremeden mezun olduk J Bir ruh hastası kolay olunmuyor biliyorsunuz, bir keresinde bira içip sarhoş olunca denize atlamaya karar verdik, hiç birimiz yüzme bilmiyorduk ve asıl amaç kimin kurtulacağının deneyini yapmaktı. Gıcık olduğum bir kız vardı, ‘acaba atlar mı’ diye içimden geçirmişliğim oldu. Sonunda hava kararınca evlere dağıldık, kapıdan girince üvey annem mal mal suratıma baktı, bende aynı mallıkla karşılık verdim. Bir şey söyledi anlamadım, sonunda dayağımı yiyip rahatça uykuya daldım. Teşekkürler yüce insan! Ben olsam, bende beni döverdim J Ergenlik sancılı ve gerzek bir dönem, en çok sesi değişen erkek arkadaşlarıma gülüyordum. Birinci sınıfta sırasına işeyişine şahit olduğum çocuklar, seks hakkında atıp tutmaya, memelerimize bakıp kalçalarımızla ilgili ölçü birimleri saymaya başlamıştı. Ben namuslu, iyi aile kızıydım (seks hakkında sürekli kızlarla tartışıp, dergileri ezberliyordum) bu tip şeylerle ilgim olamazdı, ayrıca ‘çıkmak’ eylemi kaşar kızların işiydi. Biz çıkmazdık kimseyle, anca bakışırdık. Benim grubumdan şirince bir kıza mal bir çocuk haber yollamıştı ‘benimle çıksın’ diye, kızcağızım hüngür hüngür ağladı üç gün boyunca ‘bunu bana nasıl der’ !!! Sanki sevişelim dedi çocuk, yazık valla. Gerçi sonrada bana teklif edip gül yollamıştı, bu da deli midir nedir, bizim grupla ilgili fantezileri vardı sanırım J Kızlar olarak saç baş, regl anıları, Tarkan, Burak Kut’tan bahsedip ders çalışıyorduk, ben arada kızların ilgi duyduğunu bildiğim çocuklarla ilgili hayaller kuruyordum, hatta bir arkadaşımın platonik aşkına bende âşıktım, sonra geçti. Aşkın ne olduğu konusunda bir fikrim yoktu, hoş bulduğum tüm erkek çocuklarına aşığım gözüyle baktım uzun süre, kendi içimde bunun da kavgasını sürdürdüm “şuna aşığım! Hayır, buna daha çok aşığım! Hayır, ötekine aşığım! Pis yalancı hepsine âşıksın J J” Yıllar sonra aşkın ne demek olduğunu öğrendim sonra bir daha mı asla, şimdi yanaşanlara hep böyle söylüyorum ‘kusura bakma, yeni tövbe ettim’. Tuhaf zamanlardı ve o yıllarda yeni bir eyleme başlamıştım; geceleri biyolojik aile bireylerimin isimlerini sayıp, yüzlerini hatırlamaya çalışıyordum, sürekli dua edip görünmeyen Tanrı’dan beni onlara kavuşturmasını diliyordum. İnanılmaz bir hisle bunu yapıyordum, önüne geçemediğim durumlar beni bu yola itmişti: ne yapıp edip evden kaçacak, kendi ailemi bulacaktım! Hayat hakkında hiçbir fikrim yoktu, her şeyin bir sebebi vardı, öğrenecektim…


  Uzak kaldım buradan, üzgünüm. Büyük bir değişimden geçiyorum, bin hücreye bölünüp, bire yolculuk devam ediyor… Sevgiler.